Bir süredir yoğunluğumdan dolayı buradaki yazılarımı aksatmış olabilirim, bu süreç sonunda size coşkulu bir merhaba demeyi çok arzu ederdim. Olabilirdi de aslında ama neden olamadığını yazımın sonunda sizde anlayacaksınız…
Selim Öztaş Hocamızın her zaman konservatuardaki derslerde sürekli vurguladığı bir şey vardı, “Bu ilin, sanat müziği alanındaki lokomotifi sizsiniz.” Bu bilinç ve sorumlulukla yalnızca koro değil bütün birimleriyle konservatuarı çok yukarılara taşıyan isim, Selim Öztaş. Yıllardır anma günlerini, tarihi günleri, Şeb-i Aruz töreni, bahar ve yaz konserleri, hiç dur durak bilmeden her aya bir konser düşecek kıvamda, her zaman da çok büyük heyecan ve coşku içinde hazırlanır, birlik beraberlikle çok da güzel noktalanırdı…
Birlik beraberlik derken yalnızca Denizli’den bahsetmiyorum, İzmir’den denizliye uzanan gönüllerden gönüllere sel olup taşan, fiili bir beraberliktir bu…
Selim Öztaş konserlere gelirken İzmir’den çok değerli sanatçıları her seferinde Denizli’ye taşımakta. Konserlerimizde bizleri zaten hiç yalnız bırakmayan, TRT İzmir radyosu sanatçılığı görevini de yürüttüğü halde yine Denizli’ye vakit ayıran, çok değerli eşleri Neşe Öztaş hanımefendi, yalnızca konserlerde değil her hafta sonunda yaptığımız koro çalışmalarına da mümkün olduğunca eşlik etmektedir. Adeta Denizli İzmir seferberliği oluşmuştur…
Konserlerimizde İzmir’den her seferinde farklı, çok değerli isimlerin eşlik etmesinin yanında, birde hiç değişmeyen, TRT İzmir radyosu kemençe sanatçısı ve koro şefi olarak halen görev yapmakta olan nadide isimlerden, Gülten Yeğin. Denizli’den tayin olup İzmir’e gittiği halde, konservatuar ve koro ile ilişkisi hiç kesilmeyen gene müziğe gönlünü kaptırmış olan, Aydemir-Dilek Arabacı çifti. Her birinin ayrı ayrı fedakarlıklarını anlatmaya kelimeler yetmez…
Bu on kasım büyük önderimiz, Atatürk’ü anma programı, her yıl olduğundan çok daha özel olarak, konservatuarın, sanat müziği, halk müziği, gençlik ve çocuk olmak üzere, bütün korolarından oluşan tamı tamına 350 kişilik dev bir kadro ile sahne aldı. Ara ara küçük ve büyük solistler ve minik dahilerinde yer aldığı çok dolu ve kapsamlı bir konser programı düzenlemişti Selim Hocamız.
Her şey çok güzeldi, konserin artık sonlarına gelmiştik. O anlarda korist olarak arka fonda görev yapan arkadaşlarımla birlikte yaklaşık üç saat ayakta kalmanın verdiği o ayakları hiç hissetmeme durumunda olduğumuzu hatırlatmak istiyorum…
Tamamdı artık çok güzel bir görevi yerine getirmiş olmanın verdiği o iç huzuru ve ayakların artık iflah olmaz sızısı eşliğinde podyumdan inerek rahatlamayı hayal ettiğimiz anlardı. Konser sunumumuzu yapan Neşe Öztaş, “Bugün Selim Hocamız hiç konuşmadı, (Normalde, Selim Hocamız konserlerin ilgili bölümlerinde bilgilendirmeler yapar. Adeta bir ayaklı kütüphanedir kendisi.) belki birkaç kelime söylemek ister.” Anonsu ile Hocamız mikrofonu eline alarak, “Aslında adetim değildir, yönettiğim konserlerde şarkı söylemem ama bu geceye özel yaptığım bir parçayı seslendirmeyi düşünüyorum, ister misiniz?” diye salona sorar. Tabiî ki bütün salon coşku içinde alkışlar. Bunun üzerine Hocamız içinden geçenleri, Denizli’ye özgü yaşadıklarını nasıl çoşku ile adeta uçarcasına bizlere koşarak geldiğini dile getirirken sonunda HOŞÇA KAL DENİZLİ HOŞÇA KAL deyip el sallayarak sahneden ayrılırken o kocaman 350 kişilik koro ve yaklaşık 2000 kişilik salon neler olduğunu anlamaya çalışmaktadır…
Bu gerçek midir? Selim Hocamız gitmekte midir?
Koro sanki mıhla çakılmış gibi yerinden kımıldamamakta ve hep bir ağızdan, “Selim Hoca buraya, Selim Hoca buraya” diye avazı çıktığı kadar bağırmakta, adete feryat etmektedir. Bu çağrıya duyarsız kalamayan hocamız yeniden gelir sahneye, ama değişen pek bir şey yoktur…
Neler olmuştur, Selim Hocamız neden bu kadar kırgındır? O an şaşkınlık içinde kimsenin bir fikri yoktur. Bütün konservatuar, öğrencisinden Hocalarına göz yaşları içinde ve sahnede öylece kala kalmıştır…
Yaşadığımız bu şoku hala atlatmış değiliz, böylesine değerli bir insanı kimler nasıl kırmış olabilir? Hocamızın bunca emeğini, özverisini, çabasını sonuçta konservatuarın 1000 kişilik kursiyer seviyesine eriştiği ve içlerinden çok değerli sanatçıların yetişmeye başladığı bu aşamaları nasıl görmezden gelebilirler? Anlaşılır gibi değil.
Hala bu şaşkınlık içerisinde, hoşça kalın diyorum…
Zeliyha Çınar