Güçlü Otokratik Liderler 3

Abone Ol

Güçlü ve otokrat liderlerin ülkelerini birlik içinde tutacağı ve ileriye götüreceği iddiasını irdelemek için, Arnavutluk’ta 49 yıl hüküm süren Enver Hoca iktidarını ve Yugoslavya’yı 45 yıl yöneten Tito Dönemini anlattık.

Her iki yöneticinin ortak özellikleri, halkın yaşadığı büyük badirelerde ön saflarda mücadele etmiş olmaları ve bu sayede büyük bir itibar kazanmalarıdır. Enver Hoca da Tito da elde etmiş oldukları prestij üzerinden kendi doğrularını halka kabul ettirdiler. Bahse konu doğruları savunmak amacıyla kurdukları partileri, sosyal yapıyı tek çatı altında toplayıp aykırı seslerin çıkmasına engel olma işlevi görüyordu. İktidarlarının bütün güvenlik ve istihbarat birimleri o partiyi ayakta tutmaya seferber edilmişti.

Ölene kadar ülke yönetmeye adanmış Tito ve Enver Hoca, dış dünyadan gelecek desteği de kendi iktidarlarının perçinlenmesi adına kabul ediyorlardı. Başka bir yol öneren uluslar arası gruplara bir gecede sırtlarını dönebiliyorlardı. Bu aynı zamanda bütün ülkenin aynı istikamete dönmesi anlamına geliyordu.

Bahse konu devlet yöneticileri, bütün otokratların yaptığı gibi, toplumun bireylerinin özgür ve eleştirel düşünmesine hiç destek sağlamadılar. Onlar kendilerini çoban, halkı da koyun gibi görüyorlardı. İşte bu düşünceleri toplumun çağın gerisine gitmesine sebep oldu. Arkalarında, birbirini gırtlaklamaya ve mafya oluşumlarına potansiyel eleman olmaya hazır bir insan topluluğu bıraktılar.

Aydınlanma çağının düşünürleri, Voltaire, J.J.Russou ve diğerleri demokrasi ve hukukun üstünlüğünü şahsi düşünceleri olarak öne sürmemişlerdi. Söz konusu düşünürler tarafından bireylerin ve milletlerin yaşam hakkı çerçevesinde; yönetimin halkın kendisi tarafından yapılmasının sağlandığı bir dünyanın çok daha fazla refahı getireceği anlatıldı. Onlara göre dünyanın tamamı aydınlanırsa, savaşlar bitecek ve tarih yazmaya gerek kalmayacaktı.

Japon Amerikalı gelecek bilimci Françis Fukuyama Tarihin Sonu ve Son İnsan isimli kitabında; geçmişte ortaya atılan demokrasi tezine ekonomide de liberal özgürlükçü uygulamalar eklendiğinde çatışmaların biteceğini ve Nitsche’nin savunduğu üstün insana ulaşılabileceğini söylüyordu.

Tarih bu temennileri defalarca havada bıraktı. Aydınlanma çağının düşünürlerinin tezleri üzerinden devrimle kurulan Fransa Cumhuriyeti tahtına oturan Napolyon, Avrupa’da büyük bir savaş başlattı. Pek çok tarihçiye göre Napolyon Savaşları, Birinci Dünya Savaşı olarak kabul ediliyordu. Sonucunda hem Napolyon hem de Fransız Halkı sefalete sürüklendi. Napolyon da sözde demokrasi içinde karşıt görüşlerin ortaya çıkmasını engelleyen bir mekanizma kurmuş ve ülkesini oldukça gerilere itmişti.

Napolyon’un Prusya’ya saldırması Fransa’yı değil Almanya’yı birleştirmiştir. Birleşmiş Almanya’nın güçlü başbakanı Bismark, dev bir savaş mekanizması üretmiş, 1871’de Fransa’yı alt ederek, büyük bir prestij kazanmıştır. Onun ortaya koyduğu güç, otokrasiyi marifet sayan Wilhelm’i bütün dünyaya savaş açmaya götürmüş ve Almanya’nın, tarihte görülmüş en aşağılayıcı anlaşmayı imzalamasıyla noktalanmıştır.

Almanların birinci savaşta kırılan onurunu ayağa kaldırmak üzere ortaya çıkan Nazi’ler bütün toplumu birincisinden daha ağır neticeler üretecek kanlı maceraya götürmüşlerdir. Onların sırrı Gestapo isimli polis örgütünde saklıydı. Gestapolar kriminal yetkilerinin yanında istihbarat yetkisi de taşıyor, Nazilere muhalefet etme potansiyeli taşıyan insanları sır ölümlere götürüyorlardı. Aydınlanma çağının en etkili düşünürlerini ve sanatçılarını üretmiş toplum Hitler’in elinde bir cinayet makinesine çevrilmişti.

Hitler Avrupa’nın en batısında İspanya’da daha farklı bir karakterin ortaya çıkmasına ön ayak oldu. Franco, ülkesinin Afrika’daki mücadelelerinde isyan bastırmayı becerebilen başarılı ve çalışkan bir general olarak ön plana çıkmışken, kendi ülkesinde de ortaya çıkan kalkışmaları dizginleyebilmişti. Kralı devirdikten sonra Cumhuriyetçileri bastırmakta acımasız davranmış ve en uzun süreli faşist iktidarı kurmuştu.

Zil-Şal ve Gül ülkesinde, 1936’dan itibaren üç yıl boyunca sürecek iç savaşta İkinci Dünya Savaşının provası yapılırken, Hitler tarafından desteklenen Franco baş rolü oynuyordu. Faşist iktidarını kurduktan sonra yanı başında patlayan büyük savaşı kenardan izlemişti. İktidarının devamında, toplumu futbol, eğlence ve boğa güreşleriyle uyutmayı tercih etmişti.

Franco’nun diğer otokratlardan tek farkı, yönetimde sorumluluğu daha alt idarecilere bırakıp çözümsüzlük durumlarında müdahaleci olmasıydı. Kişisel becerilerini alt idarecileri seçmekte ve onları denetlemekte sergiliyordu. Toplum da futbol ve boğa güreşleriyle meşgul olduğundan, bir zamanlar dünya lideri olan İspanya’nın, sanayi ve teknolojide ne kadar geri kaldığı sorgulanmıyordu. Kristof Kolomb ülkesi faşist dikta sayesinde ikinci kümeye düşmüştü. General Franco hafızalarda, Guernica Kasabasında yaptığı katliam nedeniyle yer etmekten kurtulamayacaktı.

İnsanlık medeniyet tarihi boyunca üretilmiş en önemli buluş, demokrasi ve hukukun üstünlüğüdür. Her dönemde toplumun teveccühünü elde ettikten sonra, hukuk başta olmak üzere devletin bütün mekanizmalarını iktidarını perçinlemek amacıyla kullanmak isteyen otokratlar olacaktır. Ancak yakın coğrafyamızda ve yakın tarihimizde ortaya çıkan örnekler, toplumlarının refahına olumlu katkı sağlamadıkları gibi, bölünme yolunda fay hatlarını derinleştirmiş ve arkalarında huzursuz bir toplum bırakmışlardır.