“Müminlerin en faziletlisi, ahlâken en güzel olanıdır.” (İbn Mâce, Münâvî, Hakim)
Yukarıdaki hadis-i şerifte, Allah Rasulü s.a.v. müminin faziletini ahlâklı olma şartına bağlıyor. Yine O’nun “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Ahmed b. Hanbel) sözü bu durumu teyid ediyor.
İrade sahibi tek varlık olan insana emanet edilmiş olan dünya hayatı, bir sistemin varlığını mutlak şekilde gerekli kılıyor. Bütün kainatı yoktan var eden ve insanı yer yüzünde halife olarak tayin eden Allah Tealâ, insanlık için en uygun sistemi peygamberler aracılığıyla insanlığa ulaştırmıştır. İslâm dini Allah’ın gönderdiği en son yol, en mükemmel sistemdir.
Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara ulaştıran peygamberler, tevhit mücadelesi kadar ahlâk mücadelesi de vermişlerdir. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem a.s. oğulları Habil ile Kabil arasında zulme başvuranı reddedip haklı olanı tercih etmiştir. Hz. Nuh ve Lut a.s. ahlâken yoldan sapmış kavimlerini uzun yıllar boyunca doğru yola çağırmışlardır. Musa a.s., Firavun’un zulmünü reddetmiş; İbrahim a.s. ise purperestlik ile zulmü birleştirmiş olan Nemrud’a karşı tek başına hak yolu savunmuştur. Aynı şekilde diğer bütün peygamberler saf, temiz imana çağırdıkları kadar adalet ve doğruluk için mücadele vermişler, hayatlarıyla bu ilkeleri örneklemişlerdir.
Temel bir yaklaşım olarak Allah’a inanmak, O’nun koymuş olduğu sınırlara da uymayı gerektirir. Dolayısıyla iman ile ahlâk arasında doğrudan ayrılmaz bir bağ vardır.
Cenab-ı Mevlâ, gönderdiği son peygamber hakkında şöyle buyurmuştur: “Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem, 4)
Allah Rasulü, getirdiği dini inkâr edenler tarafından dahi üstün ahlâklı, dürüst, güvenilir biri olarak bilinmiştir. Müşrikler bile O’na güvendiklerini söylemekten kendilerini alamamışlardır. O, İslâm’a davet ettiği insanlara daha ilk andan itibaren doğruyu söylemeyi, ahlâklı olmayı tavsiye etmiş, kendi nefsine haksızlık yapanları, başkalarının haklarını yiyenleri, eşine, çocuğuna merhamet etmeyenleri, ticarette dürüst davranmayanları, hayvanlara eziyet edenleri uyarmıştır.
Dinimizin hükümleri içinde, doğrudan günlük hayatımızı tanzim eden, haram ve helallerle belirlenmiş sınırlar bir yana, ibadetler de doğrudan ahlâkî faziletlerle donanmıştır. Mesela İslâm’ın beş şartından ilki olan kelime-i şehadet, Allah’ın varlığını ve O’nun gönderdiği ilâhî sistemi kabul etmeye dayanır. Bu kabul bütün yönleriyle Allah’ın hakkını ve Allah’ın kullarının haklarının her türlüsünü içine almaktadır.
‘Dinin direği’ olarak isimlendirilmiş namaz da şahsi bir ibadet olmanın yanında cemaatle yapılan bir ibadettir. Namaza hazırlıktaki temizlikten, namaz kılınan yerin ve elbiselerin temizliğine, birlikte namaz kılma adabına kadar birçok mevzu ahlâkî yönleriyle öne çıkar.
Oruç ise sadece bedenimizi, nefsimizi kontrol altına alma boyutuyla öne çıkmaz. Oruçlu kişi, yiyip içmemek kadar türlü ahlâkî yanlışları yapmamakla da mükelleftir. Aksi takdirde “aç kalmaktan başka bir kârı” olmayacaktır.
Bir diğer şart olan zekat ise doğrudan diğergâm olmayı, paylaşmayı; hırstan, cimrilikten kurtulmayı hedefleyen bir ibadettir. Hac ise insanlarla yapılan ve ihram günlerinde bir müminle tartışmaktan, bir hayvanı incitmekten, bir bitkiyi koparmaktan bile sakınmakla emrolunduğumuz, nezih, hassasiyetlerle bezeli bir hayata hazırlık mesabesinde bir ibadettir.
Hadis kitaplarında Allah Rasulü s.a.v’in ashaba öğrettiği ahlâkî değerler uzunca nakledilmiştir. Mesela anne babaya hürmet gösterilmesini, hatta bu hürmetin nafile namazdan bile öncelikli olduğunu hadislerden öğreniyoruz. Hadis-i şerifler sıla-yı rahim, komşular, arkadaşlar konusunda nasihatlerle doludur. Gıybetten sakınmak, dedikodu yapmamak, haset etmemek, suizanda bulunmamak, tecesssüsten sakınmak, zulmetmemek, zulme engel olmak ve daha nice ahlâkî erdemi yine doğrudan, açık ve net ilahî emirler olarak görüyoruz.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Allah Tealâ güzel ahlâkı sever. Güzel huylarla vasıflanmış mümin kullarından razı olur. O’nun rızasına kavuşmak ise en büyük saadettir. Bu saadete kavuşan insan da müminlerin en faziletlisidir.
Allah Rasulü s.a.v.’in meşhur bir hadis-i şerifiyle bitirelim: “Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların güvende olduğu kişidir.” (Buharî, Müslim)