Her ülkede hatta her şehirde faklı olduğu gibi İstanbul’da da çok farklıdır Ramazan Ayı. Eşsiz güzelliği vardır orucun, sana mutluluk verir. Her ne kadar trafiği, gürültüsü, kalabalığı çok rahatsız etse de Ramazanda bunlar da bazen hoş görülebiliyor. Aslında bazıları İstanbul’da yaşamak istemese de çoğu insan bırakıp gidemez burayı. Esir eder kendine tutsak eder farkına varamazsınız. İşte tutsak olunan bu şehirde bir günlük Ramazan gezintisine çıkalım sizlerle. Üsküdar’dan Eminönü’ne gitmek için vapura biniyoruz, bugün denizin rengi göz alıcı turkuaz. Denizin huzur veren atmosferinde yüzümüze vuran serin rüzgarla yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuk yapıyoruz. Eminönü’nde vapurdan inerek önce “kuşlu cami” olarak da bilinen Yeni Cami’ye gidiyoruz. Orada sayısız güvercinler karşılıyor bizi. Barışın simgesi güvercinlerin kanat çırpışları, cami pervazlarında güneşlenmeleri ve müthiş sesleri bize ilham veriyor. Güvercinlerin arasından geçerek tramvay yolunu takip edip yürümeye devam ediyoruz. Gülhane parkının önüne geldik şimdi. Tarihi kapının içinden geçiyor ve sedir ağaçlarının arasında ilerliyoruz. Zamanında Fatih Sultan Medmed’in zeytin ağaçları diktirdiği Gülhane’nin temiz tarihi kokusunu ciğerlerimize dolduruyoruz. Sedir ağaçlarının altında biraz dinlendikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Biraz daha yürüdükten sonra bu seferde Ayasofya Müzesi’nin önünde bulduk kendimizi. Tarihi atmosferi hissetmek için içeriye giriyoruz. Müezzin mahfilinin içinden muazzam Ayasofya’nın içini izliyoruz. Mabedin her yeri ayrı gizem ve güzellikte. Duvardaki işlemelerin muhteşem bir ustanın elinden çıktığı çok belli. Mihrabın önüne gelip ve kafamızı yukarıya kaldırdığımızda pencerelerden içeriye giren ışık huzmesinin ortama mistik bir hava kattığına şahit oluyoruz. Daha sonra Ayasofya’dan çıkıp yolumuza devam ediyoruz. Şimdi de Şehzadeler Türbesindeyiz. Nurbanu Valide Sultan için yapılan türbede dualarımızı ediyor ve buradan da ayrılarak yolumuza devam ediyoruz. Sultan Ahmet Meydanına varıyoruz. Burası yeşilliği ve temizli ile herkesi hayran ediyor kendine. İftar vakti yaklaştığı için kalabalık bir hayli artıyor. Hemen iftarlık bir şeyler alıp boş bir yer buluyoruz. Sultan Ahmet Camisinin avlusunda oturup ezanı bekliyoruz. Sonunda minarelerden yükselen ezan sesiyle tüm kalabalık aynı anda orucunu açıyor. Artık Sultan Ahmet Camisinde akşam namazı kılma vakti. Ve Sultan Ahmet Camisinin kapısından içeri giriyoruz. İçeride inanılmaz bir huzur ve dinginlik bizi karşılıyor. Mihrabın önündeki pencerelerde bulunan mavi, mor, sarı, turkuaz renkler ortama eşsiz bir güzellik katmış. Bu güzellikte namaz kılmak için herkes adeta birbiriyle yarışıyor. Hünkâr mahfiline çıkıyoruz. Buradan cami biraz daha güzel görünüyor sanki, altın gibi parlayan Sultan Ahmet daha çok vakurlu, daha çok asil göründü buradan. Büyük usta Mimar Sinan’ı rahmetle yad ediyoruz. Caminin kubbesini tamamen kuşatan muhteşem çinilerin altında akşam namazını eda ediyor ve bu kutlu mabette namaz kılmayı nasip eden Allah’a teşekkür ettikten sonra iç avluya çıkıp bu güzel manzarayı biraz da dışardan seyrediyoruz. Buradan Sultan Ahmet Meydanına geçip burada huzurla çayımızı içiyoruz. Ve artık eve dönme vakti. Şimdi yürüyerek iskeleye iniyor ve Üsküdar vapuruna binip eve varıyoruz. Bizim için gün bitti ama İstanbul her an güne yeni başlamış gibi heyecanını ve enerjisini kaybetmeden devam ediyor.