“İnsanlara değer vermeyi” anlatın deseler. Herhalde hepimiz saatlerce konuşabiliriz. İnsanların değer verdikleri insanlara nasıl davranmaları gerektiğini soluksuz anlatırız. Ancak anlattığımız herşey bize nasıl davranılması gerektiğidir. Yoksa bizim insanlara nasıl davrandığımız değildir. Bizi nasıl anlamları gerektiği, bize nasıl yardım etmeleri gerektiğidir. Çoğu zaman bunlar bizim nasıl anladığımız, nasıl yardım ettiğimiz değildir.
Bu konuda yazı yazmak benim için gerçekten çok zor. “İnsanlara hakettikleri değeri veriyorum” demek ve bu konuda yazıda yazmak çoğu zaman bir klişeden öteye gidemez. Çünkü bir işi yapmaktansa, laf kalabalığı yapmak her zaman çok daha ucuzdur. İnsanlara gerçek değerlerini verme konusunu gerçekten ulaşılması zor bir zirveye benzetiyorum.
Bu konuda örnek aldığım kişi Şerif Kutludağ hocamdır. Onu ortaokul yıllarımdan tanırım. O zaman Denizli Anadolu Lisesi’nin Baş Müdür Yardımcısı idi. Daha sonra Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı yaptı. Sonunda belki de talebe aşkı daha ağır bastı ve Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Öğretim görevliliğine geçti. Şu anda bu görevine devam ediyor. Bu güne kadar hizmetlisinden, Güvenlik Görevlisine, Araştırma Görevlisinden Profesörüne kadar Şerif hocam hakkında kötü bir söz söylediğini görmedim. “Şerif hoca bana kötü baktı” diyen birisine rastlamadım. Şerif hocamın Sosyal Medya dahil hiçbir yerde birisine imalı dahi olsa kırıcı bir sözünü duymadım. Kendisi bir Şair ve Halk Edebiyatı dersleri de veriyor.Yunus Emre’yi çok sever ve derslerinde anlatır. Belki de bu yüzden ben, “Ona bakınca Yunus Emre’yi görüyorum”. Yunus Emre’nin insana olan sevgisini ve aşkını bu asırda onda görebiliyorum.
Şerif hocamı biraz daha somut anlatacak olursam; zaman zaman onunla beraber kampüs içerisinde dolaşırız. Onunla bir binaya girdiğimizde Şerif hocam bina girişinde ilk gördüğü güvenlik görevlisine ismiyle hitap eder, halini hatırını sorar. Hatta eşinin, çocuklarının isimlerini söyleyerek, onları da sorar. Ardından hizmetli kadrosunda bir arkadaşımız gelir. Onunla da konuşması aynıdır. Öyle elini ya da başını sallayarak selam verip geçmez. Mutlaka durur ve onlarla konuşur. Ben de olanları hayretle seyrederim. İçimden “bu kadar insanı nasıl tanıyor?” diye sorarım. Sonrasında eğer ben de insanlara değer veriyorsam; böyle yapmalıyım derim. İtiraf etmeliyim ki bugüne kadar bunu tam manasıyla yapamadım. Bunun yanında aracıyla bizi gideceğimiz yere bırakan kişi, arabasıyla oradan uzaklaşıp gitmeden oradan ayrılmamayı da Şerif Hocam’dan öğrendim.
Bu ufka ulaşabilir miyim? Zor ama çalışıyorum.
Evet, insanlara değer vermek işte böyle bir şey… İnsanların böyle bir değer vermeyi de fark edememeleri de mümkün değildir. Siz böyle bir değeri verirseniz insanlar da buna kayıtsız kalamaz ve size gereken değeri verirler ve saygıyı gösterirler. Belki böyle bir davranışa sahip olmak çok zor olabilir. Ancak insanlara buna yakın şekilde değer verilmesi de gereklidir.
Yukarıda bahsettiğim gibi bunları lafla söylemek çok kolay ve ucuzdur ama davranış haline gelmezse, hiçbir anlamı olmaz. Bu da karşımıza kurumlarda ciddi bir verimsizlik olarak ortaya çıkar. İnsanlar kendilerini değerli hissetmedikleri ortamda kendi potansiyellerini zorlamazlar ve işler “olması gerektiği” gibi değil “olduğu kadar” olur.
Devam edecek…
Dostlukla
02.02.2016
hayri.un@gmail.com