Petrol Fırtınası 3

Abone Ol

Petrolün en önemli enerji kaynağı olduğunu ve onu elinde tutanların Ortadoğu Ülkelerinde yaşanan karmaşık mücadelelerin aktörlerinden olduğunu anlatmaya devam edelim;

 

Uluslar arası egemenler, iki Dünya savaşında büyük bedeller ödeyerek, kendi mihenk taşlarını yerlerine koydular ve yüzlerini Ortadoğu’ya döndüler. Petrol piyasasına hâkim olan bu güç merkezleri, planladıkları senaryoları yeniden oynatmaya başladılar.

 

Büyük Savaşın galibi olan ülkelerin liderleri, 1945 Yalta konferansında kabataslak paylaşım yaptılar. Toplantıdan sonra Roosvelt’in gemisi kimseye haber vermeden Basra Körfezine inmişti. Denizin ortasında ABD başkanıyla Suudi Arabistan Kralı bu gün de geçerli olan petrol imtiyaz anlaşmasını imzaladılar.

 

İran’da ABD yanlısı Şah Rıza Pehlevi İktidarı perçinlendikten sonra, 1957 yılında ”Ortadoğu’nun yeniden düzenlenmesi” anlamına gelen Eisenover Doktrini yayınlandı. Yıllar sonra BOB adıyla bilinecek proje uygulanmaya başlandı.

 

Irak’ta ABD destekli monarşi, Eisenover doktrinine sıcak bakıyor olmanın bedelini General Kasım liderliğindeki cunta tarafından devrilerek ödedi. Baasçılar 1963’te CIA desteğiyle General Kasım’ı devirdiler ve Saddam Hüseyin’in rüzgârlı yönetimi ortaya çıktı. Bahse konu olayların tamamı, petrol ülkelerinin hangi petrol şirketlerine imtiyaz sağlayacakları konusundaki tercihlerini değiştiriyordu.

 

İran’da ABD kontrolündeki Şah Rıza Pehlevi ve üçüncü eşi Farah Diba şatafat içinde yaşam sürerken, Avrupa boş durmuyordu. Fransa’da yaşayan dini lider Ayetullah Humeyni, yetmişli yıllar boyunca BBC radyolarından sürekli olarak vaaz veriyordu. İran’da çok ucuz ve kaliteli radyolar elden ele dolaşıyor, insanlar yolda giderken kulaklarına dayadıkları radyolarından vaaz dinliyorlardı.

 

İran’da aynı yıllarda komünistler darbe yapacak diye korkulurken bir sabah sokakları Humeyni taraftarları dolduruverdi. Şah Rıza Pehlevi’nin ABD’ye sığınmak zorunda kalmasıyla biten süreçten sonra İran’da, darbeciler ilk iş olarak Amerikan Petrol şirketlerini kovdular.

 

Humeyni darbesinden sonra İran ile Suudi Arabistan her alanda birbirlerine rakip oldular. Dünya bu olayı Sünni-Şii rekabeti olarak okuyordu. Petrol şirketlerini tanıyanlar bu duruma aynı gözle bakmıyorlardı. Çünkü Şah Rıza Pehlevi döneminde Şii İran ile Sünni Suudi Arabistan arasında hiç mesele yoktu. Demek ki sorun inançların farklı olmasında değil, petrolün kim tarafından çıkarılıp satılacağının belirlenmesindeydi.

 

Mısır’da monarşiyi deviren Nasır’ın liderliği, Arap’ları birleştirme projesiydi. Bu proje İsrail ile defalarca beyhude çatışmalar üretti. Arkasından dava arkadaşı Enver Sedat yine İsrail ile savaştı. Arap-İsrail Savaşlarının bitirilmesi OPEC anlaşması sonrasına kaldı. Enver Sedat, General Nasır kadar şanslı değildi, eceliyle ölemedi. Hür Subaylar Hareketi içinden ortaya çıkan her iki devlet başkanı, petrol fırtınasının hızına ve yönüne göre rotalarını belirlediler. Bir taraftan kıyasıya savaştıkları İsrail ile hemen masaya oturup anlaşıveriyorlardı. Saraylarının arka odalarında petrol şirketlerinin cebi dolgun temsilcileri kol geziyordu.

 

Bütün olan bitenlerin arasında Türkiye Cumhuriyeti, Ortadoğu’daki pek çok ülkenin tapusunu, miras olarak arşivlerinde saklıyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında cadı kazanı kaynarken, Türkiye, Marshall Yardımlarını kullanmış, ABD askerlerinin yanında Kore Savaşına katılmış, Eisenover Doktrinini ilk tanıyan ülkelerden birisi olmuştu.

 

Türk Silahlı Kuvvetleri içinden bir grubun yaptığı darbe sonrası yirmi yıl boyunca Türkiye, Johnson Mektubu olayı, Kıbrıs Barış Harekâtı ve haşhaş üretimi nedeniyle ABD ile karşı karşıya gelmişti. Müttefikimiz ABD, baskılarını Ambargoya kadar vardırırken, gençler Altıncı Filo askerlerini denize dökme eylemini yapmış ve ABD Büyükelçisinin arabasını yakmıştı.

 

Şah Rıza Pehlevi’nin 12-16 Ekim 1971 yılında düzenlediği ve bütün devlet başkanlarının davetli olduğu, Büyük Pers İmparatorluğunun kuruluşunun 2500. yıldönümü organizasyonuna sadece İngiliz Kraliçesi katılmamış ve mazeret olarak bir hafta sonra Türkiye’ye yapacağı ziyareti belirtmişti. Bu gösterge Türkiye’nin hangi cepheye yakın olduğunu anlatıyordu.

 

Söz konusu yirmi yıl içinde 1962, 1963 ve 1971’de Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir kısım subay tarafından başarısız darbe girişimleri yapılmıştı. Söz konusu kalkışmaların ardından ordu içinde büyük tasfiyeler yaşanmıştı.

 

Türkiye’de sağ-sol çatışmalarının kargaşa seviyesine ulaştığı sırada 1980 darbesi yapıldı. Darbecilerin aldığı ilk kararlardan biri 27 Mayıs Bayramını kaldırmak olmuştu. Sihirli bir el, ABD ile Türkiye arasındaki bütün buzları eritmişti. Ülkede ABD marka kot pantolonlar, çakmaklar, gözlükler ve sigaralar tüketilmeye başlanmıştı.

 

Özetle; Ortadoğu’da cadı kazanı kaynarken bir darbe sonucu Türkiye, ABD ile ters düşüyor, ikinci darbeyle bütün sorunlarını çözüp ABD’ye yakınlaşıyordu. Yanı başımızda esen Petrol Fırtınalarından Türkiye’nin etkilenmediğini düşünmek, buna inanabilmek insana kendini iyi hissettiriyor.