Atatürk’ün yeri Türk Toplumunun zihninde ve gönlünde sökülemez konumdadır.

Asker ve siyasetçi olarak tarih sahnesine çıktığı günden itibaren karalama ve gözden düşürme çabaları hep boşa çıkmıştır. Birinci meclisin içinde eski İttihatçılar, Enverciler, mikro milliyetçiler ve Bolşevizm taraftarları, Mustafa Kemal önderliğini yıpratmaya çalıştılar. Milli ordunun başarısız olmasını ellerini ovuşturarak beklediler. Olmadı.

İkinci Meclisin içinden İttihatçı artıkları muhalefet hareketini suikast teşebbüsüne kadar vardırdılar. İzmir’deki teşebbüslerinde başaramadılar. Muhafız tabur komutanı Topal Osman’ı kışkırtarak konağına baskın düzenlettiler. Gazi’yi öldürmeye çalıştılar. Olmadı.

Yabancı güçler, ülke içindeki mikro etnik yapıları kışkırttılar, sahte şeyhleri milli ordunun üstüne salıp Atatürk Önderliğini yıkmaya çalıştılar. Olmadı.

Atarürk’ün yorgun vücudu hastalığa yenildiğinde o; ‘’Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır’’ diyordu.

Atatürk düşmanları, aslında bütün emperyalist baskılara karşı verilmiş Milli Mücadelenin düşmanlarıydı. Bu nedenle 10 Kasım 1938’den sonra da durmadılar. Atatürk’ün fikirlerini ortadan kaldırmaya çalıştılar.

Ebediyete intikalin hemen ardından Hitler, ordularını Türkiye sınırına kadar getirdi. Rusları alt etmek için önünde iki seçenek vardı. Anadolu’dan geçip Rusya’nın kalbine ulaşmak ya da Karadeniz’i dolaşıp kuzeyden yay çizerek adım adım hedefe varmak. İkinci seçeneği denemek zorundaydı. Çünkü gerçekler harita kadar düz değildi. Anadolu bozkırlarında Atatürk’ün yolunda, tam bağımsız Türkiye’ye inanan bir millet duruyordu. Hitler ikinci seçeneği denedi başarısız oldu.

Türkiye’nin toprak bütünlüğünü açıkça tehdit etmekten çekinmeyen Stalin, Türkiye’deki komünistleri maddi olarak desteklemeye başladı. Komünistler genç Türkiye’yi ideolojik olarak alt etmeye çalıştılar. Ne var ki Türkiye Cumhuriyeti’nin ideolojisini alt etmek mümkün değildi. Çünkü Atatürk tarafından sunulmuş olan dinamik ideal; ‘’Bağımsız hareket ederek medeni milletler seviyesine ulaşıp dünya devletler ailesinde söz sahibi olabilmekti.’’

Ülke anlamsızca sağ sol ideolojik çatışmalara savrulurken, gençleri örgütleyenler; ‘’Sakın Atatürk’e laf söylemeyin, Atatürk’ün sizin fikirlerinizi savunduğunu söyleyin’’ diyorlardı. Milleti Atatürkçü düşünceden uzaklaştırmaya çalışmanın nafile olduğunu görmüşlerdi. Sokaklarda ‘’Tam bağımsız Türkiye’’ diye bağırmak zorundaydılar.

En son olarak Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) yaymaya çalıştığı düşüncelerin karşısında sağlam bir irade buldu. Kumpas dosyalarıyla, gizli tanık iftiralarıyla karalamaya çalıştıkları Güneydoğu Gazilerinin kendilerini sadece Atatürkçü olarak tanımladığını fark ettiler.

FETÖ’cüler, zamanın sosyal bilim teknikleriyle yaptıkları analizin sonucunda gördüler ki; ‘’Türk Milletinin benliğinde Tam Bağımsızlık düşüncesi Atatürk ile vücut bulmuştu.’’ Bunu ortadan kaldıramayacaklarını biliyorlardı, çünkü kullandıkları algı operasyonu verilerine göre; Türk Milleti’nin on bin yıllık geçmişinden bu güne, Tam Bağımsızlık düşüncesi değiştirilemez bir karakter olarak yerleşmişti. Bu düşünce Milli Mücadele sonucunda Mustafa Kemal Atatürk ile vücut bulmuştu.

Millete karşı denedikleri darbe girişiminde adlarını ‘’Yurtta Sulh Konseyi’’ olarak belirlemek zorunda kaldılar. Hal bu ki en büyük rakipleri, gerçek Atatürk’çü subaylardı. Söz konusu askerler, ‘’Yurtta sulh cihanda sulh’’ düşüncesinin ne demek olduğunu PKK’ya karşı verdikleri mücadelede göstermişlerdi.

Tam Bağımsızlık, Türk Milleti’nin olmazsa olmazıdır. Ulu Önder, çok iyi tanıdığı Türk Milleti’ni anlatırken diyor ki; ‘’Türk’ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Bundan ötürü, ya istiklâl, ya ölüm!”