5 Haziran Dünya Çevre günü. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de “Önemine en uygun olan beyanatlarla” kutlandı… Hepimiz çevreciyiz, öyle değil mi? Toplantılara, Demeçlere, sosyal medya paylaşımlarına bakınca... Evet...

 

Çevreyi severiz ve koruruz. Çevreciyiz vesselam.

 

Ama nedense Komşumuzun beslediği horozların, ineklerin, köpeklerin, kedilerin, kuşların sesinden ve pisliklerinin kokusundan rahatsız oluruz. Bu devirde evlerin arasında hayvan mı beslenir deriz. Yalnız başına yaşayan Fatma teyzenin yoldaşı olan iki kuzuyu şikâyet ederiz. Kanatlı hayvan beslemeyi meclis kararı ile yasaklarız. Güvercin beslediği de biline Ünlü bilim adamı Nicole Tesla Denizli'de yaşasaydı. Kesin birisi güvercinlerini şikayet eder, kümeslerini kaldırttırırdı. Adam "Ben binlerce güvercin besledim" diyor...

 

Bu şikayetlerin gerekçesi ne? Evlerimiz hijyen olmalı. Yollarımız temiz olmalı. Kanatlı hayvanlardan kuş gribi gelebilir. O zaman yakınımızdaki horozları, tavukları, güvercinleri yakınımızdan uzaklaştıralım. Sesleri, kokuları rahatsız ediyor. Yanımızda olmasınlar. Peki evcil olmayanları, bir kümese sokup yakalayamadıklarınızı ne yapacaksınız. Kargaları, kumruları, kırlangıçları, serçeleri ve diğerleri ne olacak? Onları kime şikâyet edeceksiniz? Onlar hakkında da meclis kararı aldırıp, hepsini avcılara vurdurtacak mısınız? Yaptığınız işin bir mantığı olmalı, öyle değil mi? Sizce sadece evcil hayvanları yok etmek sizce mantıklı mı? Bence hepsi yaşamalı…

 

 

Bir de Artık köylü değiliz, şehirli olduk. Hala mı tavuk besleyeceğiz. Hatta Büyükşehirli olduk. Büyükşehir'de tavuk koyun mu beslenir? Diyenler var.

 

Onlar, sokakta bir köpek, kedi yavrusu gördükleri zaman:

"Ay ne kadar şirin" derler. Çocukları ona yaklaştığında "Sakın dokunma pis o” derler. Çocuk da şaşırır kalır. Sevecek mi? Pis deyip ondan kaçacak mı?. Bilemez... Kazara dokunursa hasta olma ihtimaline karşı on defa eller yıkanır. Elbiseler değiştirilir.

 

Keşke hastalık korkusuyla hayvanlardan ve doğadan kaçmak yerine bağışıklık sistemimizi güçlendirseydik. Yediğimiz yapay yiyecekler ile antibiyotikler ile varolanları da yok etmeseydik. En ufak bir mikrop karşısında vücudumuz “dan” diye göçmeseydi. Hepimiz toprakla, doğayla, hayvanlarla doya doya kucaklaşabilseydik.

 

Çamurda yürümeyi sevmeyiz. Heryeri asfalt ya da beton yaptık. Hayvanların özellikle böceklerin yaşam alanlarını bitirdik. Hatta böcek olur diye sürekli ilaç attık...

 

Onların “Şehirli olması” bu ise ben köylü olmayı tercih ediyorum. Çamura basmak istiyorum. Pantolonumun tozlanmasını hatta çamur olmasını istiyorum. Elbisedeki kir yıkanınca çıkar ama kaybettiğiniz bir canlı bir daha geri gelmez…

 

 

O kendisini şehirli zannedenlerin kravat renklerine varıncaya kadar dikkat ettikleri takım elbise, simokin falan giyip, birbirlerine methiyeler düzdükleri, ne kadar çevreci, hayvansever, insan haklarına saygılı olduklarını anlattıkları o toplantılar var ya!

 

Görüntüde herşey temizdir! ama o toplantılarda “bahçede, tarlada çalışıp öğlen ara verildiğinde yamalı, kirli elbiselerle, ekmeğin bölünüp, soğanın yumruklandığı yer sofrasındaki” samimiyet kesinlikle yoktur!

 

Keşke köylü kalsaydık da evimizin üst katında biz, alt katında ineklerimiz, atlarımız, koyunlarımız olsaydı. Ama ninemin yaptığı gibi hergün gün ağarmadan altları temizlenip, dışarıya atılsaydı. Tavuklarımız için evimizin bahçesinde bir yaşam alanı olsaydı. Ama onların kümesleri de sık sık temizlense, kireç atılsa ve tavuklar gün içinde bahçede gezselerdi. Şimdiki gibi hiç güneş görmeyen yerde sıkış tepiş şekilde kesilecekleri günleri beklemeselerdi.

 

Hayvanların altlarındaki pisliklerden bahsedince "Iıyyy" onlar pis kokar diyenleri duyar gibiyim... Korkmayın burnunuz kokuya 1-5 dakika sonra alışır. Kokuyu almazsınız.

 

Bahçedeki tavukların kümesinden "boklu" yumurtaları ellerinizle alıp, ellerinizle yıkamadıkça bana "Çevreciyim" falan demeyin...

 

Keşke bahçemizde ev halkına yetecek kadar domates,  biber yetiştirseydik. Ama olmaz dedik. Bir sürü integral, türev hesabı ile suyumuz bize yetmez, size sebze meyve yetiştirmek için su veremeyiz dedik. Kendiniz sondaj ile kendi suyunuzu çıkartmazsınız dedik. Ama fabrikalar derin kuyular açıp suyu istedikleri gibi kullandılar. Evinin önünde sebze yetiştirmek de ısrar edenler için içme suyu için hazırladığımız, arıttığımız suyu verdik.

 

Bir de Büyükşehir olmanın şanındandır deyip, bulduğumuz her yeri yeşillendirip suyumuzu oralarda kullandık. Yeşilin artmasını sonuna kadar desteklerim. Söylemek istedigim evinin önünde de yeşil yetiştirmek isteyenlere su için izin verin...

 

Bu arada kendimize haksızlık yapmayalım...

 

Biz doğa, çevre, hayvan konularında belgeselleri çok severiz. Hele HD olursa. Yani yüksek çözünürlüklü olur bir de dev ekran olursa, çocuklarımıza kesinlikle seyrettiririz.

 

Öyle ya...

Ekrandan mikrop gelmez...

En önemlisi ekrandan koku gelmez...

Sesi de istersek keseriz.

Sevmediğimiz! hayvanların seslerini duymayız!

 

Çevreyi seviyoruz, öyle mi?

Yalanımızı sevsinler...

 

Dostlukla

 

06.06.2016

[email protected]