Deaş, Irak Şam İslam Devleti adıyla çıktı sahneye. Fırat ve Dicle etrafındaki mübarek, bereketli topraklarda hayat buldu. Bu sapkın cinayet şebekesi, adı Türkçe Işid olsun Ingilizce Isis olsun, Arapça Deaş olsun katliam, yağma, tecavüz dışında bir şey üretmedi. Katil sürüsü en son kirli kurşunlarını Türk Yurduna çevirdi.

Dünya halen birbirine soruyor; “Kim bunlar, nereden çıktılar?”

Biraz hafizalarımızı yoklayalım; Saddam Hüseyin’in Sünni üçgende yaşayanlardan kurduğu bir Muhafız Ordusu vardı. Nereye gitti?

O eğitimli askerler, ABD işgali sonrasında yok sayıldılar. Ardından Irak’ta her gün bombalar patladı.

El Kaide adındaki başka bir cinayet şebekesi, dünyanın her yerinde kan döküyordu. Onlara yönelik kapsamlı müdahaleler yapıldı fakat, Irak’ta olduğu gibi kimse bu terör örgütünün hücrelerinin nereye kaybolduğunu sormadı.

Kaddafi, kendisine bir güvenlik çemberi kurmuştu. Libya’yı onun elinden alanlar, dağılan ordunun nerelerde olduğuna bakmadılar.

Işte bu kaybedenler kulübü mensupları, Uluslararası Kaos Mucidlerinin en son meydanı Suriye’de kendilerine yer buldular. Dünyanın geri kalanında kaybedenler, o siyah bayrakların altında toplandılar. Onlara öyle bir boşluk sunuldu ki başarılarından sarhoş oldular. Çünkü Musul, El Bab, Rakka bütün petrol zengini şehirler, başı boş durumdaydı.

Ey Deaş! adın her neyse, adın batsın. Kirli kurşunlarını çek güzel yurdumuzdan. Kara kara bayrakların karanlığa götürüyor ayak bastığın her yeri.

Türk Yurdunda özgürce nefes almak isteyen masum insanlara yöneltilen bu kirli kurşunlar bizim yaşama sevincimizi öldürmek istedi. Bu kurşunların hedefine aydınlık geleceğimizi, özgürlüğümüzü koydular.

Onların bilmediği; biz çok kirli kurşunlar yedik, biz daha alçak saldırılara uğradık. Ancak, biz aydınlık geleceğe yürürken geri adım atmayız. 

İnanıyoruz ki;  karanlığın kabadayıları, kara kara bayraklarını alıp geldikleri çukurlara gömülecektir.