Fırat Kalkanı operasyonu Cerablus’un DAEŞ militanlarından arındırılmasıyla başladı. Cerablus, sınırımıza havan ve Katyuşya Mermilerinin atım mesafesi kadar yakın bir noktadaydı. Nitekim oradan Kilis’e sürekli olarak mermi atılıyor vatandaşlarımız şehit oluyordu.
Fırat Kalkanı operasyonu başlı başına bir sınır ötesi harekât olduğundan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin savaşta kullanmak üzere yetiştirdiği özel kuvvetleri ve komando birlikleri devreye sokuldu. Sınırımız kısa sürede temizlendi.
Planlanan operasyonda Özgür Suriye Ordusu, bölgeyi ele geçirdikten sonra yerleşecek olan güç olarak devreye sokuldu. Kuzey Suriye’de doğup büyümüş Arap Vatandaşlardan kurulmuş olan ÖSO, TSK’nın desteğinde DAEŞ’in çekildiği alanlara yerleştirildi. Kendi doğup büyüdüğü topraklarda yerleşmek onların hakkıydı.
Türkiye bir sınır ötesi Harekât yürütürken, bunun uluslar arası alanda haklılığını gözetmek durumundaydı. Nitekim Suriye Topraklarında silah kullanan unsurların içinde haklılık payı en yüksek olanı Türk Ordusuydu. Kilometrelerce uzak ülkelerden gelip bomba yağdıranlarla kıyaslandığında sınırının yanı başında kendisine mermi yağdıran bir güce müdahale etmek Türk Ordusunun en tabii hakkıydı.
Diğer tarafta, PYD isimli PKK türevi terör örgütü bölgede boşluk bulup bir koridor yaratarak Türkiye’nin güneyine hâkim olmaya çaba göstermektedir. PKK türevlerinin Fırat Nehrinin batısına geçmesini istemediğini diğer gruplara duyurmuş olan Türk Devleti, bunu engelleme işini başkasına bırakmayı doğru bulmadı. Operasyonun adı bu nedenle Fırat Kalkanı oldu.
PYD, her ne kadar batılı güçlere PKK ile bağlantılı olmadığını söylese de, bütün YPG unsurlarının Zap Kampında eğitildiği ve son dönemde PKK’nın dağ kadrosundan beslendiği gerçektir.
Suriye Devleti, kuruluşundan itibaren PKK’ya ev sahipliği yapmış ve 1998’e kadar APO’yu muhafaza etmiştir. Kuzey Suriye’deki Kürt vatandaşlara devlet kadrolarında süpürgeci olma hakkını dahi vermezken, onları cahil bırakıp kaçakçı olmaya ya da PKK’ya katılmaya yönlendirmiştir.
Türk devletinin Suriye üzerinde APO’yu ülkesinden çıkartmaya varan baskısı sonrasında PKK, Suriye’deki unsurlarını PYD adı altında örgütlemiş ve kamplarında silahlı eğitimler vermiştir.
ABD öncülüğünde, DAEŞ’e karşı kurulan Koalisyon Gücü içinde YPG önemli rol kazanmıştır. Çünkü ABD adına en çok genç ölümüne katlanan ve hiç kimseye hesap vermeyen başlıca unsur PKK/PYD olmuştur. Halen gün aşırı cenazeler Türkiye’ye getirilip annelerin sessiz gözyaşları arasında gömülmektedir.
Fırat Kalkanı Harekâtının gelinen safhasında, El Bab şehrinin DAEŞ unsurlarından temizlenmesi ve bu şehre başka terörist unsurların girmemesini sağlamak zorunluluk olarak karşımıza çıkmıştır.
El Bab’da mücadele, neden bu kadar zorlu sorusunun yanıtı; söz konusu şehrin 100 bin nüfuslu ve uzun zamandır tahkim ediliyor olmasında saklıdır. Tek bir binada yerleşmiş düşmanı ele geçirmek çok uzun süreli operasyonu gerektirir. Bu kıyaslamayla, koca bir şehri DEAŞ gibi intihar bombacılarıyla savaşan bir örgütün elinden temizlemenin zorluğu hesaplanabilir.
Diğer güçler, sivil kayıpları fazla önemsemedikleri için nispeten daha hızlı sonuç alıyor görünebilirler. Ancak dünyanın gözü söz konusu bölgededir ve o gözler Türk Devletinin hata yapmasını beklemektedirler.
Türk Ordusu bütün tarihi boyunca kendisine silah kaldırmayanın can güvenliğini gözetmiştir. El Bab bölgesinde, bir yıl önce Cizre ya da Nusaybin’deki hendek operasyonlarında gösterdiği hassasiyetle hareket etmektedir. Sivil can kayıplarına sebep olmadan intihar bombacılarının üstüne giden Mehmetçik şehadetler yaşamaktadır.
Şehadetlerin en fazlasını yaşadığımız 20 Aralık 2016 tarihinde DEAŞ’ın yapabilecekleri ortaya dökülmüştür. Mehmetçik kısa bir nefes aldıktan sonra benzeri açıkları vermeden emin adımlarla ilerleyebilir.
Allah yar ve yardımcıları olsun.