Dünkü yazımın devamı

 

İnsanlar süslü sözlerinize bakmazlar, davranışlarınıza bakarak sizin onlara değer verip vermediğiniz çok iyi anlarlar.

 

Yönetici konumundakiler, insanları bir yere toplayıp, verimli çalışmadan, stratejiden, girdilerden, çıktılardan, geri bildirimlerden, başarıdan, alınacak kalite belgelerinde, beraber çalışmaktan bahsedebilirler.

 

Ancak kendileri klimalı odalarda otururken; çalışanlar havasız, kötü kokulu yerlerde oturuyorlarsa, kendileri bilgisayarlarını, tabletlerini altı ayda bir değiştirirken; çalışanlar bilgisayarlarının açılması için yarım saat bekliyorsa, makam arabaları her yıl değişiyorsa; orada insana değer vermekten bahsetmek mümkün değildir.

 

Asgari ücretteki artış bahane edilerek işçi çıkartılırken, patronun kızına yeni model jeep geliyorsa; kime değer verildiği gayet açıktır.

 

Yemek yenirken, salonlar ayrıysa; yöneticiler mesai arkadaşları ile beş dakika oturup çay içemiyorsa; Yöneticiler çalışanları ile aralarında kapılar, duvarlar, katlar hatta binalar koyuyorsa; o kurumda çalışanların kendilerini değerli hissetmesi mümkün değildir.  

 

En basitinden bir yer paylaşımında bile aynı kurumda çalışanlardan birinin kendisini daha üstün görerek kendisi için en iyi odayı, masayı isterken; diğer bir mesai arkadaşı için daha kötü bir odayı layık görmesi bile değer vermemeyi çok net şekilde ortaya koyar.

 

Çoğu zaman aramızdaki hiyerarşik farkı eğitim durumu belirler. Kendini daha üstün gören diğerine göre belki iki yıl, belki dört, en fazla on yıl daha fazla devletin verdiği eğitimi almıştır. Aynı kurumda bunu bir üstünlük olarak görebilir. Peki aynı üstünlüğü İlk okul mezunu Ahmet Nazif Zorlu’nun karşısında gösterebilir mi? Ya da Vehbi Koç’un? Elbetteki hayır.

 

Belki bulunduğu makamı kullanarak insanların sesini çıkarmamalarını sağlayabilirsiniz. İnsanları ezebilir ve dediğinizi yaptırabilirsiniz. Ancak böyle davranmak yerine eğer gerçekten değer verirseniz, elde ettiklerinizden daha fazlasını elde edersiniz. İnsanlar en iyi odayı, en iyi masayı size verirler. Hatta çayınızı da ayağınıza getirirler.

 

Beraber çalıştıkları insanlara gönülden değer vermeyen insanları çok kolay bir şekilde fark edebilirsiniz. Çünkü biraz beraber olduğunuzda onlardan şu sözleri duyarsınız:

 

- Bizim ekip hiç verimli çalışmıyor. Bunların hiç biri bir işe yaramaz. Başka kurumlardaki insanlarda mesai kavramı yok. Onlar sabah akşam, yedi yirmi dört çalışıyorlar. Bizimkiler ellerindeki bir işi bile beceremiyorlar. Onlarda iş …. ‘sı yok… Biz en iyisi onları mesailerini imza ile takip edelim. Bilgisayarlarından internete girmelerini engelleyelim. Hatta onlara mesaide çay falan verilmesin. Ben Avrupa’da hiç çalışanlara çay verildiğini görmedim. Ya da bunların hepsini işten çıkaralım ve onların yaptığı işi, hizmet alımı yoluyla ihale ile yaptıralım. Boşver… Bu sorunlar çözülmez… Kahveni nasıl alırsın? Birer sade kahve söyleyeyim de beraber içelim.

 

Peki insanlara gönülden ve koşulsuz değer verilen bir kurumda durum böyle midir? Elbetteki değildir.

 

Orada en azından mesai kavramı diye bir şey yoktur, İnsanlar işlerini severek yaparlar…

 

Devam edecek…

 

Dostlukla

 

03.02.2016

[email protected]