Bir önceki yazımın devamı...
Beraber çalıştığım o insanlara hak ettikleri değeri verdiğimi iddia edemem. Ancak en azından değer vermeye çalıştım. Bugün geriye dönüp “neyi doğru yapmışım?” diye kendime sorduğumda şunları yaptım diyebilirim.
- Her sabah onların yanına uğrayıp, demledikleri çaylarını içmeden, onlarla sohbet edip, hatırlarını sormadanodama gitmedim.
- Göreve gitmeden önce gerekli alet ve malzemelerinin hazır olup olmadığını takip ettim. Hatta tüm malzemelerin yedeklerinin olmasını sağladım. Daha önceleri tek kesici uçla şehir dışına gittikleri olmuş. Bu durumda işin yarıda kalma ihtimali ile göreve gitmişler.
- Her işin başında kendim de gittim. Hatta bir ara bana “Her işin başında gitmek zorunda mısın?” diye soranlar oldu. Ben de onlara “rapor yazacağım binayı görmem lazım”, bir de en önemlisi arkadaşlar binadan beton örnekleri aldıktan sonra, eğer birisi “arkadaşların bu örnekleri değiştirdiler” derse; “o anda ben oradaydım, sen yalan söylüyorsun” diyebilirim ama aksi durumda böyle bir şey söyleyemem. Yani arkadaşlarıma en ufak bir çamurun gelmesini istemem” dedim.
- Arkadaşlara daha önce “şu hastane ya da okula gidip beton numune alıp gelin” deniyormuş. Birinde bir hastanede birgün boyunca beklemişler. İlgilenen olmamış ve işe başlayamamışlar. Biz beraber çalışırken, ilgili binanın sorumlu müdürünü birkaç gün önceden arayıp, hangi gün geleceğimizi kararlaştırıyorduk. Bir de bina sorumlusuna “biz binadayken, sizden birisi yanımızda olsun ve bize elektrik ve su alacağımız yerleri göstersinler” diyorduk. Buna rağmen bir gün şu olayı yaşadık:
Bir hastanede inceleme yapıyorduk, bir arkadaşımızın bir saatlik bir işi çıktı. Bu durumda karot (beton kesme) makinasının başına ben geçtim. Ben karot makinasında çalışırken, birisi (sonradan başhekim yardımcısı olduğunu öğrendim) bağırarak yanımıza geldi ve “Siz ne yapıyorsunuz? Burası hastane, burada hijyen çok önemlidir, her yeri çamur içinde bırakmışsınız” diye çemkirdi… Ben de “Biz üniversiteden geliyoruz, Hastanenizin Üniversitemizden binanızın incelenmesine dair dilekçesi var. Bunun için buradayız ve hastane yönetiminin bilgisi var” dedim. Bu sözlerim yetmedi “Üniversiteden geliyorsunuz ha!, sizin hocanız nerde?” diye bağırdı. Ben de o ana yapmadığım ve yapmaktan hiç hoşlanmadığım şekilde “Buyrun Ben Yardımcı Doçent Doktor Hayri Ün, bu ekibin sorumlusu benim” dedim. Bunun üzerine beyefendi şöyle bir toplandı ve “Ha, hocam, öyle mi? Biraz gürültü oluyor, bir de biraz daha az çamur çıksa olur mu?” dedi. Ben de “elimizden geleni yaparız” dedim.
Fırçayı karot makinasında çalışan bir eleman olarak ben yemiştim. Bu olay da bana her işin içinde olmam gerektiğini bir kez daha anlattı. Eğer ben olmasam, bu kadar iletişim kurmaya çalışmasam, benim arkadaşlarım belki her gittikleri yerde fırça yiyeceklerdi. Ben her işin içinde olarak buna da engel olmaya çalıştım. Bu da bir anlamda benim arkadaşlarıma gösterdiğim değerin dışa vurumu idi.
Devam edecek…
Dostlukla
06.02.2016