Denizli Haber - PAÜ Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz Kongre ve Kültür Merkezinde düzenlenen 15 Temmuz Milletin Zaferi Paneli’nin konukları; çevrim içi katılımları ile “15 Temmuz’a Gidiş Süreci ve Güncel Gelişmeler” başlıklı konuşması ile 63. Hükümet İçişleri Bakanı ve Erzurum Milletvekili Selami Altınok, çevrim içi katılımları ile “Bizi Koruyanlardan Bizi Kim Koruyacak?” başlıklı konuşması ile Gazeteci Yazar Yusuf Alabarda, “Darbeler Tarihi ve 15 Temmuz” başlıklı konuşması ile Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Şehit Ahmet Özsoy Demokrasi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Öğr. Gör. Dr. Gazi Doğan olurken panelin moderatörlüğünü ise İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yasemin Beyazıt üstlendi.

Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından açılış konuşmaları ile başlayan etkinliklerde Rektör Prof. Dr. Ahmet Kutluhan bir konuşma gerçekleştirdi.

Rektör Kutluhan: “Vatanın bölünmez bütünlüğü, bayrağımızın dalgalanması, ezanlarımızın dinmemesi ve kardeşliğimizin ebedi olması… Nesilden nesile bu değerlerimizi aktarmak zorundayız.”

Pamukkale Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Kutluhan yaptığı konuşmada şunları kaydetti: “Aziz milletimizin birlik ve beraberliğine kasteden FETÖ, PDY terör örgütünün hain darbe girişimi üzerinden sekiz yıl geçmiştir. Milli irademize ve Türkiye Cumhuriyeti Devletine yönelik gerçekleşen bu hain darbe girişimi kahraman milletimiz tarafından o gece bertaraf edilmesine rağmen hala etkileri devam etmektedir. Bu şuur ve bilincimizi artırmak gelecek nesillere aktarmak amacı ile üniversitemiz 4. panelini gerçekleştiriyor. Nasıl milli mücadelemiz dünyadaki diğer ülkelere örnek teşkil etmişse 15 Temmuz darbe girişiminin önlenmesi bertaraf edilmesi de aynı şekilde diğer milletlere örnek olmaya başlaması, Türk milletinin demokrasi anlayışının dünyada ne kadar güçlü benimsendiğini gösterir. Milletimiz bu örnek demokrasi anlayışına ulaşana kadar çok badireler atlatmıştır. 15 Temmuz basit bir olay olarak algılanmamalı çünkü onu planlayanlar bir gecede planlamadılar. Yıllar içinde bu planlarını yaptılar. Ancak yüce milletimizin basiretli duruşu, bir ve beraber olması karşısında bir gecede planları boşa çıkmıştır. Bu tarihi olay hafızalarımızda hikâye olarak kalmayacak aynı zamanda psikolojik, sosyolojik siyaset bilimine katkıda bulunarak birçok bilimsel çalışmaların oluşmasına yol açacaktır. Nice savaşlar devlet millet bütünleşmesi ile kazanılmıştır. Yoksulluk, fakirlik hatta yokluk buna hiçbir zaman engel olamamıştır.”

“15 Mayıs 1919’da Müftü Ahmet Hulusi Efendi Millî Mücadele Fetvasında ‘Silahınız olmayabilir, üç taşla bile savaşabilirsiniz’ derken 15 Temmuz gecesi darbecilere karşı milletimizin elinde hiçbir silah yoktu. İnançlarıyla tankın önüne vücutlarını koydular.

“Bir ve beraber olarak cadde ve meydanları doldurdular. Özgürlük yolunda canlarını verdiler, yaralandılar ancak pes etmediler. Bir daha olmaması için nöbet tuttular. Milli manevi değerlerimiz bizi millet olarak her zorluktan çıkaran değerler. Vatanın bölünmez bütünlüğü, bayrağımızın dalgalanması, ezanlarımızın dinmemesi ve kardeşliğimizin ebedi olması… Nesilden nesile bu değerlerimizi aktarmak zorundayız. Dinimizi, vatanımızı, bayrağımızı ve kardeşliğimizi istismar ettirmemeliyiz. İstismara giden yolları önceden anlayıp gereken tedbirleri zamanında almalıyız. Bu vesile ile başta 15 Temmuz şehitlerimiz olmak üzere tüm şehitlerimizi rahmetle anarken gazilerimize sağlık ve afiyetler dilerim.  Saygılarımı sunarım.”

Rektör Prof. Dr. Ahmet Kutluhan’ın yaptığı açılış konuşmasının ardından moderatörlüğünü PAÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yasemin Beyazıt tarafından gerçekleştirilen 15 Temmuz Milletin Zaferi adlı panele geçildi.

Bakan Altınok: “Hangi ideolojiye bağlı olursak olalım. Aklımızı hiçbir kimseye kiraya vermedik.”

Panelde ilk konuşmayı “15 Temmuz’a Gidiş Süreci ve Güncel Gelişmeler” başlığında 63. Hükumet İçişleri Bakanı ve Erzurum Milletvekili Selami Altınok gerçekleştirdi. Bakan Altınok konuşmasında şunları dile getirdi: “15 Temmuz deyince insanın hafızası canlanıyor ve yüreği yanıyor. Bir toplumun, bir milletin yaşayabileceği belki de en acı tecrübelerden bir tanesidir. Sizin kendi vergilerinizle satın almış olduğunuz uçaklardan, helikopterlerden kendi yetiştirmiş olduğunuz evlatlarınızın polisin vatandaşın ve hiçbir günahı olmayan yaşlının, genin çocukların üzerine hele hele bir de Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli üniformasını giymiş hainler tarafından bombalar yağdırılabilmesi belki dünya tarihinde yaşanılmış veya yaşanabilecek çok kolay bir olay değil. Darbelerin tamamı kötüdür, alçakçadır. Milletin iradesine vurulmuş bir darbedir. Ama bu kadar alçakçasını dünya tarihinde bu kadarını görebilmek mümkün değildir. 15 Temmuz’a nasıl, nerelerden geldik? FETÖ terör örgütünün kuruluşu 1966’ya İzmir Basmane’ye gider. 60 yıllık bir geçmişi olan bir yapı. İlkokul mezunu dahi olmayan bir cahilin önderliğinde oluşturulmuş bir yapı. 50 yıllık bir süreçten sonra Türkiye’de darbe yapabilme noktasına gelmesinin hikâyesini okuyabilmek, değerlendirebilmek lazım. Farklı dönemlerde, FETÖ terör örgütü üyelerine Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneklerinin kurdurulması, arkasındaki güçler tarafından parlatılmaya çalışılması ve destekçilerinin önünün açılması karşımıza çıkan bir süreçtir. Ben özellikle 1 Mart 2003 tarihini önemsiyorum. Biliyorsunuz 1 Mart 2023’te Irak’ın işgalini düşünen Amerika, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinden Amerikan askerlerinin Irak’a girebilmesi noktasındaki talebinin TBMM tarafından kabul edilmemesi üzerine bir tavır aldı. Özellikle bu tavrı Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’ne karşı aldı. Eğer TSK’nın yönetim kademelerini hele ki 28 Şubat sürecinin devam ettiğini hatırlarsak, askerin o vesayetçi yapısının devam ettiğini hatırlarsak eğer asker isteseydi bu tezkere meclisten geçerdi algısıyla TSK’ya karşı bir tavır geliştirdi ABD ve onun istihbarat yapısı. Bunu da bir şekilde, Kuzey Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirilmesi olayını hatırlayın. TBMM’de buna karşı bir tavrı açık ve net şekilde gösterme arzusu olmuştu. Peşine de yıllardır istihbarat örgütleri vasıtasıyla organize ettiği terör örgütünü kullanışlı aparatları üzerinden TSK’ya karşı bir operasyon başladı. Hepimiz hatırlıyoruz, 1 Mart Tezkerelerinin geçmemesinden sonraki süreçte Ergenekon ve Balyoz olayları. Özellikle FETÖ’cü basın yayın organları üzerinden ve kullanışlı yerel aparatlar üzerinden TSK’nın genel yapısına ve şerefli insanlarına karşı genel bir tavır sergilenerek operasyonlar yapıldığını hatırlıyoruz. 2009-2010 yıllarına kadarki süreçte bu kullanışlı aparat, o zamanki tabirle cemaat, hizmet hareketi denilen sözde yapıların üzerinden TSK’ya operasyon çekildi. 1 Mart tezkeresinin 5-6 yıl öncesine gidildiğinde PKK elebaşının Kenya’dan Türkiye’ye teslim edilmesi süreciyle, FETÖ terör örgütü liderinin tedavi bahanesiyle ABD’ye gidip yerleşmesi sürecinin birbirine denk geldiğini hatırlatmakta fayda var. Ancak, ABD’yi yalnızca TSK ile ilgili FETÖ kullanılarak yapılan operasyon tatmin etmedi 1 Mart tezkeresine yönelik genel tavrı. Siyaseten de bedel ödetilmek isteniyordu. FETÖ çok kullanışlı bir aparat olarak gerçekten hazırdı. 60 yıllık bir süreçte zaman içerisinde palazlanmış ve devletin kılcal damarlarına girebilecek kadar hazırlanmış bir yapıydı. Bunun üzerine TSK’ya gerekli operasyonların yapıldığı algısı ve anlayışı oluştuktan sonra TSK’nın arkasında duran ve TBMM’de yeterli çoğunluğu ve desteği vermeyen AK Parti’ye de kendi deyimleriyle bir ders verilmesi lazımdı. Bu dersi yine kullanışlı aparat FETÖ üzerinden vermeye kalktılar. 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarımıza karşı FETÖ’nün gerçekleştirmek istediği ama Sayın Cumhurbaşkanımızın müdahalesi ile engellenmiş bir operasyon var. Süreci iyi okuyabilmek adına söylüyorum, 2013 yılına geldiğimizde 14 Mayıs günü açıklamalarda şu vardı: Devletin gecelik borçlanma faizleri Cumhuriyet tarihinde ilk defa 4.62’ye yükseldi. Yıllık büyüme oranları yüzde yedi buçuk sekizlerde, IMF’e olan borcumuzu tamamen kapatmışız. 14 Mayıs 2013, çok değil bundan on beş gün sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Taksim’de Gezi Parkı’nda ağaçları olmayan, estetik görünümü olmayan bir park yaptı, yol ve çevre düzenlemesi amacıyla 5-6 tane ağaçla alakalı işlem yaptı. Yeşildi, çevre idi faklı değerlendirmeleri, farklı algıları öne süren çevreler oldu. Çevreci bir algı yaratarak orada olayları başlattılar. Fakat daha ilginç olanı, mülki idaresi, polisi, adli makamları gibi diğer yöneticiler süreci daha iyi yönetebilme imkânına sahip olsalardı ya da yönetmiş istemiş olsalardı süreç daha farklı sonuçlanabilirdi. FETÖ, toplumsal bir kalkışma başlattı. Belki cumhuriyet tarihinde özellikle Beyoğlu şeridinde çok fazla görmediğimiz bir vandalizm oluştu. Polis araçları, tanklar tahrip edilmeye, yakılıp yıkılmaya başlandı. Allah muhafaza, Taksim Anıtı’nın üzerine, AKM’nin üzerine bölücü terör örgütünün başındaki İmralı’daki şahsın resimlerini asmaya kalktılar.  Bir sürü bunun gibi toplumun sinir uçlarını rahatsız edebilecek görüntülerin oluştuğu bir ortam oluştu. Bu da bir kalkışma hareketi idi. Yine hatırlatayım, zaman zaman hafızamız unutabiliyor, o güne kadar görülmemiş boyutta CNN International, 24 saat Taksim’den canlı yayın yapıyordu bir sürü önemli olaylar olmasına rağmen. Bu neydi? Bu kalkışma bir manada Arap Baharı idi. Orta Doğu’da gerçekleştirilmeye çalışılan Arap Baharı anlayışının Türkiye’de ‘Türk Baharı’ yaratılabilmesi ve milletin cezalandırılması noktasında bir batılı emperyalizmi Türkiye’de vizyona koyuluyordu. O süreci yine iyi yönettik, Allah razı olsun. Türkiye’nin her vilayetinde tencereler, tavalar ışıklar yanıp sönüyordu. Bugünler de yine birileri ışıkları yakıp söndürmeye yine gayret ediyor. Buna benzer hareketlerin de tekrar canlanması arzusu hiçbir zaman birilerinin kafasından çıkmıyor. Türkiye; milletiyle ve devletiyle ve hükümetiyle Cumhurbaşkanımızın kararı ile üstesinden gelmeyi başardı ama maliyeti, görüntüsü, dokusu, toplumsal bakışı çok farklı oldu. Hala Gezi Olayları konuşuluyor. Toplumsal faylarda kırık yaratılmaya çalışıyor. Hem etnik hem de mezhepsel farklılıklar üzerinden toplumda ayrışmalar yaratılmaya çalışılıyor. Allah’a hamd olsun, toplum o dönemde de bu ayrışmayı yaratıların önünde bir set olarak durabildi. Yetmedi bu olayların peşinden, otuz-kırk yıldır polisin ve yargının içerisine kümelenmiş olan FETÖ elemanları ve aparatları, istihbarat örgütlerinin aparatları 17 Aralık 2013 sabahı Türkiye uyandığında çok yoğun bir şekilde medya üzerinden yaratılan algılarla çok büyük operasyonlar yaparak bir şekilde medyayı ve algıyı da kullanarak Türkiye’de kıyamet kopuyormuş gibi bir algı oluşturdu. Hangi ideolojiye bağlı olursak olalım. Aklımızı hiçbir kimseye kiraya vermedik. Hele özellikle kamu görevlilerinin bağlılığının sadece ve sadece hukuka ve hukukun belirlemiş olduğu düzende olduğu müddetçe iyi inanıyorum ki, terör değil, PKK değil, hangi terör örgütü, hangi istihbarat örgütü, hangi devlet düşman devlet olmuştur bu milleti hiç kimsenin yıkabilme öyle bir şansı ve imkânı olmayacak. Allah bir daha bu millete 15 Temmuzlar gibi hainlerin eline fırsat verip böyle kalkışmaya girişebilecekleri bir imkân vermesin, diyorum. Sabrınız için teşekkür ediyorum.”

Gazeteci Alabarda: “Silahlı kuvvetlere girdiğim zamandan binbaşı rütbesine geldiğim tarihe kadar ben, meclisin milleti temsil ettiğini, millet iradesinin ne kadar önemli olduğuna dair tek kelime bir derste bile görmedim.”

Panelde ikinci konuşmayı, “Bizi Koruyanlardan Bizi Kim Koruyacak?” başlıklı konuşması ile Gazeteci Yazar Yusuf Alabarda gerçekleştirdi. Alabarda konuşmasında şunları ifade etti: “FETÖ hain bir terör örgütüdür, hiç şüphe yoktur. Kendi içerisinde ayrıca değerlendirilmeyi hak etmektedir çünkü dini bir kisve altında ilk kez bir darbe ortaya koyulmuştur. Fakat bu konuyla ilgili dokusu her ne olursa olsun 15 Temmuz; 1960 darbesinden günümüze kadar gelen devam ede gelen darbeler sürecinin devamıdır ve ucu dışarıdadır. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Pensilvanya’da yaşamak durumunda bırakılan terör örgütünün elebaşı hasbelkader bu konuyla ilgili seçilmiş olunan bir projenin parçası değildir. Bilerek 40 yıl boyunca, ilmek ilmek Sayın Bakanımın dediği gibi 40 yıl boyunca işlenmiş bir projedir ama 1960 darbesi için de aynısını söyleyebiliriz, 28 Şubat darbesi için de aynısını söyleyebiliriz. Biz her darbenin, kendinden sonra gelen darbeyi mayaladığı gerçeğini unutmayalım. Bastırılmamış her bir darbe, kendinden sonra gelen darbeyi mayalayarak gidiyor, birbirinin kuluçka makinesi görevini gördü. Şimdi asıl sorulara gelelim: 15 Temmuz nasıl önlenecek? Darbeler nasıl önlenecek? Bu konu ile ilgili eski çağlarda Romalıların ünlü şairi Decimus Iunius Iuvenalis’in ‘Koruyuculardan Kim Koruyacak’ anlamına gelen sözü benim konu başlığımın ‘Bizi Koruyanlardan Bizi Kim Koruyacak?’ esin kaynağıdır. Şimdi 15 Temmuz’u bu cümle ile ifade edeyim. Dünya bunu bazı yerlerde çözdü bazı yerlerde çözemedi. Beni düşmana karşı koruması için eline silah vermiş olduğum askerden, polisten beni kim korumalı? Dünya genelinde bir sorudur bu, Türkiye özelinde söylemiyorum sadece. Benim eline silah verdiğim adam o silahı bana doğrultmamalı. Bunun çok açık bir şekilde tedbirlerini almak lazım. Bu da, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ‘Mass Armies’ dediğimiz kitlesi büyük ordular ortaya çıkmaya başlayınca Samuel Huntington denen akademisyen ile birlikte silahlı kuvvetlerin kontrolü ile ilgili hususlar yazılmaya çizilmeye başlandı. ABD kendi bünyesinde hala darbe olmamasına rağmen bu konuyla ilgili asla taviz vermez. Bizde, 1960 darbesini yapan hainler 60 darbesinden sonra hükümeti ele geçiriyorlar. Emekli Albay Talat Aydemir bu ülkede darbe yaptı. Sen Türk siyasi tarihini bilmezsen, iki satır okumazsan bunları bilemezsin. Dolayısı ile ABD gibi ülkelerde İngiltere gibi ülkelerde bu konu sıkı sıkıya takip edilen bir konudur. Silahlı kuvvetlerin demokratik kontrolü bu anlamda çok önemli ise peki bu mekanizma nasıl çalışacak? Silahlı kuvvetlere girdiğimde 13 yaşındaydım. O tarihten binbaşı rütbesine geldiğim tarihe kadar ben; silahlı kuvvetlerin içerisinde sivil siyasetin üstünlüğü, anayasada silahlı kuvvetlerin konumu, sivil siyasetin bu konuyla ilgili emrine tabi olduğumuzu, meclisin milleti temsil ettiğini, millet iradesinin ne kadar önemli olduğuna dair tek kelime bir derste bile görmedim. Binbaşı rütbesinde, ABD’de Kaliforniya Üniversitesi’nde ders görürken DCAF (Democratic Control of Armed Forces) ‘Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Gözetimi’ diye bir kavram gördüm. Dedim demek ki böyle bir şey de varmış. Ondan sonra da demokrat bir babanın elinde büyümüş bir insan olarak bu konuya ehemmiyet vermeye başladım. İşin içinde girdikçe, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nasıl kontrol altında tutulmak için silahlı kuvvetler, jüristokrasi ve medya gibi organlarla vesayet durumunda bırakıldığını oradan anladım. Türkiye’deki darbeler ABD dâhil Batının çizdiği yörüngeden sapmaya başladığında tekrar rayına oturtabildikleri bir mekanizmadır. Bununla ilgili olarak öncelikle yapılması gereken hususlardan bir tanesi Milli Savunma Bakanlığına bağlı Genel Kurmay Başkanlığıdır. Silahlı bürokrasinin bir ferdi memur statüsünde nasıl olur da milyonların oyunu vermiş olduğu ana muhalefet partisinin liderinin önünde yer alıyor? Olur, çünkü neden? Milli Savunma Bakanlığına bile bağlı değil. Bir kanun getirmişler, Başbakana karşı sorumluluk. Böyle bir bağlantı olabilir mi yani? Başbakanın daha doğrusu milletin iradesinin elindedir silahlı kuvvetler. Dolayısı ile Milli Savunma Bakanlığı’nın Genel Kurmay Başkanlığı çatısı altında toplanması olması gerekendir. Milli Savunma Bakanlığı’nın yapısının sivilleştirilmesi son derece önemlidir. Milli Savunma Üniversitesi’nin oluşturulması son derece kıymetlidir. Müfredatının, silahlı kuvvetlerde yetiştirilecek olan; general, subay, astsubay ve personelin kafasını demokratik formata sahip olma açısından çok önemli bir fırsattır. Bir diğer husus kışlaların dışarı aktarılmasıdır. Şimdi ilk defa bir darbe bastırıldığı için kışlalar şehir dışına çıkartıldı. Yüksek Askeri Şura (YAŞ)’nın yapısının değiştirilmesi son derece önemli ve kritik bir konudur. Dünyada YAŞ’ta kim generalliğe terfi ettirilecekse siyasi iradenin altında imzası mutlaka olmalıdır. Siyaset, YAŞ’ta terfiler konusunda hem bu konuyla ilgili yetki sahibidir hem de sorumluluk sahibidir. Bu vakitten sonra darbecilerin, terfi ettirilmesi gibi bir husus söz konusu olursa sorumluluk da orda olmalıdır. Medya keza son derece önemli, silahlı kuvvetlerin içinde olup bitenlerin yazılması çizilmesi son derece kıymetlidir. Geçtiğimiz günlerde bir yasa çıkartılacaktı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden emekli olanlar herhangi bir şekilde silahlı kuvvetler içinde şahit oldukları teşkilat, tesisat, muhaberat ile ilgili konuşamaz diye. Bu silahlı kuvvetlerin işlerine dair hiçbir şey yazılmasın diye. Bu kanun daha sonra geri çekildi. Gizliliği ihlal etmemek kaydı ile ne olup ne bitiyor bunların medyanın radarı altında olması lazım. Silahlı kuvvetlerin, bu demokratik denetim ve gözetimi ile ilgili saymış olduğum hususlar itina ile takip edilmediği takdirde emin olunuz ki darbeler tekrar eder. Dolayısı ile darbelerin tekrar etmemesi için bu hususların ısrarlı bir şekilde takip edilmesi, artık darbeler süreci sona erdi diyenlerin de ağzına acı biber sürülmesi lazım gelir.”

Öğr. Gör. Dr. Doğan: “15 Temmuz aslında hem içeride hem dışarıda Türk toplumunu yeterince güçlü görmeyen veya çok çabuk bir şekilde sürü şeklinde güdülebilir bir toplum olmadığını bize gösterdi.”

Panelde son konuşmayı “Darbeler Tarihi ve 15 Temmuz” başlıklı konuşması ile Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Şehit Ahmet Özsoy Demokrasi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Öğr. Gör. Dr. Gazi Doğan gerçekleştirdi. Öğr. Gör. Dr. Doğan konuşmasında şunları dile getirdi: “27 Mayıs 1960'tan günümüze kadar 15 Temmuz’a kadar yaşanan darbeler, bir öncesiyle hesaplaşılmadığı için tekrar edip durdu. Tarihte aslında bu tekerrürden acı ibret ve olaylardan ders çıkarabilme imkânı verdi bize ama maalesef Türkiye'nin siyasi tarihindeki darbeler kısmına baktığımızda pek bunlardan ders çıkarabildiğimizi göremiyoruz ve yeteri kadar da tedbir alamamışız. Özellikle, darbeler tarihinde dış politikadaki paradigma değişikliklerinin darbelere etkileri ve darbe sonrası Türkiye’nin milli devlet veya bağımsızlık yolunda bağımsızlıkçı yolunda bağımsız devlet olabilme kapasitesi ne kadar etkilidir? Bir parça bunlara değineceğim. Darbecileri ikinci boyutuyla konuşmam aslında darbecilerin zihin dünyasındaki hem psikolojik ya da sosyolojik gerçekliğini de biraz anlama durumuna itiyor bizi. Türkiye malumdur, biraz darbe tarihini bilmeden yakın dönem Türk modernleşmesi üzerinden konuşacak olursam; son iki yüz yıllık süreç biz biraz aslında yılgınlıkla, gerileme, yokluk üzerinden bir yol haritası çizmeye dönük gayretler içerisinde geçti. Türkiye, modernleşmeyi de böyle anladı fakat özellikle Tanzimat’tan sonra Türkiye’de önemli meselelerden biri maalesef dualite meselesi oldu. Yani ‘ilerici-gerici’ o günkü isimle bugün günümüze kadar yansıyan bir ikilik oluştu toplumda. Kimi bu olağanüstü süreçte bu ikiliği ortadan kaldırdı milli mücadele gibi, 15 Temmuz yeniden bir milli mücadelenin aks etmesi gibi toplumsal anlamda bu dualite meselesi aslında toplumumuzun temel problemlerinin başında geldi. Bugün darbecilerin veya sadece askeri kanunları düşünmeyelim sivil bürokraside yer almış veya iki anlamda görev yapmış Cumhuriyette ilk dönemden sonra oluşmuş bir elit kesim ki, Tanzimat sonrası günden güne bu elit kesim gücünü Türk toplumunda arttırdı. Toplumun geri kalanının bakış açısını bir parça hastalıklı bir zihniyete sebep oldu. Yani toplumun büyük bir bölümü, herhangi bir iradesi olmayan bir çoğunluk olarak tabirimi mazur görün ama bir sürü psikoloji içerisinde değerlendirdiği için Türk toplumunun bu kendi iç dinamikler ve gücü de ciddi anlamda yeterince ele alınamadı. 15 Temmuz aslında hem içeride hem dışarıda Türk toplumunu yeterince güçlü görmeyen veya çok çabuk bir şekilde sürü şeklinde güdülebilir bir toplum olmadığını bize gösterdi. Yani 15 Temmuz Milli Birlik Günü sadece içeride bir mesaj vermedi. Aynı zamanda dışarıya çok net bir mesajla Türkiye’nin milli birliği ve beraberliği bütünlüğü dikkate alındığında toplumun yeknesak bir vücut şeklinde müsebbibiyle karşı koyabildiğimizi gösterdi. 14 Mayıs 1950’de başlayan süreci Türk milleti demokrasi içselleştirerek bunu kendisinin değişmez bir bütünü kabul ettiği 15 Temmuz direnişi de ortaya koymuş oldu. Tabii Türk dış politikasının paradigmalarının değiştiği 1945 sonrası süreci genel hatlarına baktığımızda bütün darbelerin üstte belirttiği gibi bir dış cephesi de oldu. Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar kıymetli bir ülke hem jeostratejik anlamda hem jeopolitik anlamda. 27 Mayıs1960 darbesi sonrası darbeciler Türkiye’de demokrasiyi kötürüm bıraktılar ve yanlış bir gelenekle de Türkiye’de demokrasinin ilerlemesi engellendi. Bunun içerde sebepleri var ama dışarda yoğun bir şekilde o günden sonra bir Amerikan dalganın yükseldiğini söylememiz mümkün. Farklı anlayışların en azından bir denge politikasının izlenmesi de maalesef Türkiye'de birtakım unsurlara Türkiye'nin ağır ağır da olsa ilerleyen demokratik kültürüne büyük darbe vurdu. Günümüzde 15 Temmuz'da benzerlikleri noktasına geldiğimizde Sayın Bakanımız, 2003 sonrası Türkiye-AB ilişkilerin üzerinden tabloyu biraz daha netleştirmişti. Ama Türkiye-ABD ilişkilerinin o günkü sancılı süreci için 2016’ya kadar geçen hikâyesinde şu net bir şekilde görüyor: Türkiye ne zaman kendisine özgün bir alan açmaya çalıştığında ve dış politikada kendi ilkeleri belirlediğinde, belli bir çizgi ötesinde bağımsız bir çizgide ilerlediğinde maalesef tepesinde bir sopa gösterildiği günümüzde de malum. Son Avrupa Şampiyonası'nda Avrupa'da özellikle başlayan Türk karşıtı, güçlü bir Türkiye karşıtlığı da bize Melih Demiral olayından sonra da gösterdi. Özetle; zihinlerine sirayet etmiş Türk dış politikasını kendine yeni bir yol arkadaşı maalesef sadece ABD tarafında değil AB tarafından da oldukça sert bir şekilde engellendiğini söylememiz mümkün. Türkiye'deki sivil iradeyi neredeyse tanklarla postmodern darbe biçimiyle Türkiye ve Türkiye'deki sivil iradeyi ve idareyi ortadan kaldırdı. Süreç aslında İsrail'e de yaradı. Elbette Türkiye'de o günkü politika metinlerinin biraz dışına çıkmıştı, hizaya getirilmiş oldu. 15 Temmuz'dan son 10-15 yılın hizadan çıkarılmış Türk dış politikası yeniden bir hizaya çekmek için iç aparatlar kullanıldı ve başka boyut aldı. Ama sonuç itibari ile bizim için hayırlı olan kısmı milletin milli birlik ve beraberliğini kesinlikle çok zor durumlarda bir etkisi olduğunu gördük.”

Panelin sonunda ise Denizli Valisi Ömer Faruk Coşkun ve Rektör Prof. Dr. Ahmet Kutluhan programa çevrim içi katılım gösteren 63. Hükümet İçişleri Bakanı ve Erzurum Milletvekili Selami Altınok ile Gazeteci Yusuf Alabarda’ya teşekkürlerini sunarken, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Şehit Ahmet Özsoy Demokrasi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Öğr. Gör. Dr. Gazi Doğan’a ve Prof. Dr. Yasemin Beyazıt’a katkı ve katılımlarından dolayı teşekkür belgesi takdim ettiler.

Gün boyu süren etkinlikler kapsamında; PAÜ Havacılık Topluluğu tarafından 15 Temmuz Şehitlerine Saygı Uçuşu, Müftü Ahmet Hulusi Efendi Camii’nde 15 Temmuz Şehitlerini Anma ve Mevlid Programı, PAÜ Kınıklı Merkez Kampüs ana girişinden PAÜ 15 Temmuz Şehitler Anıtına 15 Temmuz Kortej Yürüyüşü, PAÜ 15 Temmuz Şehitler Anıtı Önünde Kur’an-ı Kerim Tilaveti ve katılımcılara ikram gerçekleştirildi.

Editör: Tahir Aygün