Dünkü yazımın devamı

Ben bugüne kadar onlarca kişiyle çalıştım. Bunların içinde yaşıtlarım da oldu, benden küçükler de, hatta benden büyükler de oldu. Elbetteki içlerinde benden hoşlanmayanlar, benim anlaşamadıklarım olmuştur. Onların içinde beraber yaptığımız işi yapmayanına rastlamadım. Bana hiçbirisi saygısızlık yapmadı. Elbetteki işlerinin olmadığı zamanlarda sohbet edenler, oturup çay içenler de olmuştur. Beraber de çay içmişizdir. Hatta çalıştığım ortamlarda işe başlamadan önce beraber olduğumuz insanlarla oturup çay içmeyi severim ve isterim. Her ne kadar o ortamda sadece çay içiliyor gibi gözükse de konu biraz sonra işe gelir ve mutlaka iş görüşülmeye başlar. Makama gelip sorunlarını söyleyemeyenler çay içerken, bir şekilde sorunlarını samimi bir şekilde söylerler(Buna Batılılar “imformal” ilişki yani resmi olmayan ilişki diyorlar. Bu konunun üzerinde daha sonra özellikle duracağım).

Bu ülke insanı öyle bir insandır ki onlara gönülden ve koşulsuz değer verdiğinizi küçücük hissederlerse,bu size çok büyük bir saygı ile size dönerler. Eğer size beklediğiniz saygıyı göstermiyorlarsa bence kendinizi, daha doğrusu gönlünüzü bir sorgulayın. Batılı insan mesai dışında müdürlerini görünce, ki burası büyük bir ihtimalle bir bardır. Oturdukları yerden, ayaklarını masanın üzerine koymuş şekilde, “naber John” diye seslenirler. Bizim insanımız ise aksine müdürlerini görünce ayağa kalkar, ceketlerini iliklerler ve yerlerini verirler. Yüz verildiğinde, astarını istemeyen nadir milletlerden biridir.

Siz onların amiri iken onlara değer vermiş, yaptıkları bir hatanın bile arkasında durmuş iseniz; birgün amirliğiniz bitip onlar ile aynı odada çalışmak zorunda kalırsanız, odaya geldiğinizde sizi ayakta karşılarlar, yerinizi gösterirler, birisi çayınızı alır gelir ve gereken saygıyı gösterirler.

Ancak onların amiri iken onlara değer vermemiş, onları ezmiş, en küçük bir hatalarını bile yüzlerine vurmuş, hatta kendi hatanızdan kaynaklanan bir sorunu bile onlara yıkmış ve temizleyin bu pisliği demişseniz; odaya geldiğinizde “Hemen oturma, al şu temizlik bezini de masaların bir kabasını alıver” sözleri ile karşılaşabilirsiniz. Belki de sizin o odaya girmeye yüzünüz de olmaz.

Yazımın başında da dediğim gibi kendimi insanlara değer verme konusunda çok başarılı görmediğimi söyledim. Benim az da olsa değer vermeye çalışmama karşılık, üniversitede laboratuvarda beraber çalıştığım Alaattin Altay, Mehmet Güngör, Mevlüt Sungu, Adnan Hafızoğlu ve Süleyman Beytemir ile çok güzel anılarımız oldu. Onlarla il dışı da dahil olmak üzere binaların deprem dayanımlarının inceleme çalışmalarımız oldu. Devlet memuru olmalarına rağmen gece on ikiye kadar beraber çalıştığımız oldu. Hatta ben incelediğimiz binanın (Simav’da bir okulun yurt binası) bir odasında uyudum kaldım. Onlar işlerini bitirdiler öyle yattılar. Bazen eksi yirmi derecede çalıştık. Karlı, buzlu bir yolda arabamızın lastiği patladı. Gecenin bir vakti beraber cep telefonu ışığında lastik değiştirdik. Bunların hepsi de devlet memurudur. 

Bazen yaptıklarımıza biz bile hayret ettik. Biz neden böyleyiz? Diye kendimize sorduk. Hatta bana “Hocam sen istedikten sonra hafta sonunda geliriz, gece de çalışırız” dediler.

Peki Fark neydi? Neden bana böyle demislerdi?...

Devam edecek…

Dostlukla

02.02.2016

[email protected]