Bahar aylarının henüz daha başında başladı insanımız yine anız yakmaya.
Çukur kenarlarında bulunan otlara varınca her yeri ateşe verme geleneğimizi artık bıraksak mı bir kenara?
Çevre konusunda daha bilinçli ve hassas olmamız gereken bu günlerde hepimize düşen sorumluluklar arasında; anız yakmamak ve anız yakanları durdurmak yer almalı.
Mesele anız yakmanın cezası değil, yeterince yorduğumuz toprağımızı ateşe vermemek mesele.
Çevremizin, yaşam alanlarımızın, sosyalleşme ortamlarımızın kıymetini son iki yıldır daha iyi anlamıza rağmen, yerlere hâlâ çöp atan, plastik ve cam şişeler fırlatan bir toplum olduğumuz hepimizin malumu.
Anız yakmak çevre kanununda yasaklanmış olsa da, ilimiz genelinde yaz mevsiminin bitimine doğru pek çok yerde anız yakıldığına şahit oluyoruz.
Anız yakmanın tanımını anlamak için sözlüğe baktığımızda, ‘hasat edildikten sonra ekinlerin toprakta kalan kök ve saplarının kasıtlı şekilde yakılması’ anız yakmak olarak tanımlanıyor. Peki anız yakmak neden zararlı? Neden anız yakmamalıyız?
Çünkü anız yakmak; öncelikle toprağın kendi yapısını ve içindeki börtü böceği yok etmek demek. Verimi kendi ellerimizle bir kibrit çöpüyle yakmak ve düşürmek demek. Toprak içerisindeki faydalı canlıların ve topraktaki organik maddelerin yanarak yok olması, canlılarının beslenme ortamının göz göre göre bitirilmesi demek. Ateşin kontrolden çıkması ve çevredeki ağaçların, evlerin de tutuşması halinde maalesef çok daha üzücü sonuçlara yol açmak demek. Hava kirliliği başta olmak üzere çevremizi karartmak demek.
İşte bu nedenle, yaz gelmeden evvel okuyucularımıza bir hatırlatma isterim. Lütfen rengarenk otları, çiçekleri yakmayınız. Çiçeklerin arasındaki böcekleri yakmayınız, toprağın verimini, bereketini bitirmeyiniz. Siyah bir küle döndürmeyiniz ovamızı...
Biraz daha ince düşünürsek, o anız yangınlarıyla beraber pek çok kır çiçeği de yok oluyor. Bu duruma bir de çiçeklerin gözünden bakarsak; belki anız yakmamanın gerekliliğini daha iyi anlayabiliriz.
Ovamızın her yerinde dikkatle bakarsanız pek çok kır çiçeği açar. Bahar ve yaz aylarında ovamızı güzelleştirirler. Sabahtan akşama dek güneşin alnında, asıl bitkinin dibindeki otları çapalarla kazan onlarca kadına, annelerinin yanında çalışmaya giden genç kızlara, işleri öğrensin diye çalışmaya gönderilen gözü saatte esmerleşmiş delikanlılara, yaşlı olsa da toprakta çalışmayı seven veya çalışmaya mecbur kalan büyüklerimize eşlik ederler.
Ama adları ‘kır çiçeği’dir ne de olsa, pek çoğumuz bu güzelliklerin kıymetini bilmez. Kimimiz basar geçer ayaklarıyla, kimimiz yolar geçer kır çiçeklerini. Kimimiz çapayı vurur diplerine, kimimiz basmaya kıyamaz kenarlarından geçer. Kimimiz toplar sevdiğine verir, kimimiz onların basit birer ot olduklarını düşünür. Kimimiz bir kibrit çakar anızlara da yakar geçer onları.
Oysa ovamızda bulunan onlarca çeşit kır çiçeği; insanın emeğine, zahmetine, ilgisine gerek duymadan büyür. Kendi rengini alır. Kuruyacağı zaman da sessizce kurur. Kimseye bir zararı yoktur. Ama hasattan sonra anızları yakmak; bu çiçekleri de yok etmektir.
Bu yazımı Denizli’de yaşayan bir çiftçimiz okursa ve anız yakma alışkanlığından vazgeçerse ne mutlu bana. Esen kalınız.