Bugünün Babalar Günü olması münasebetiyle, başta bu dünyaya gelmemde büyük rol oynayan, babam ve ikinci babam rahmetli kayın pederimi de burada anmadan geçmek istemiyorum. Değerli eşim ve hayat arkadaşım, çocuklarımın babası olmak üzere, bütün babaların ve baba adaylarının da, babalar gününü kutlayarak, yazıma başlamak istiyorum.
Bu yazımda biraz olsun kendi babamı ve yaşamından küçük alıntıları sizlerle paylaşmak istedim…
Öncelikle baba; zannediyorum ki her insan için çok önemli bir varlık. Nasıl önemli olmaz ki, var oluş sebebimizdir babalarımız. Bir tarlaya tohum ekmeden ürün alabilmek mümkün müdür? Soruyorum sizlere…
Babalarımız belki çok katı görünebilirler, ya da çevre için çok sert olmasalar da bizim için çok katı görünebilirler, belki de benim babam bu yapıda bir insan diye düşünüyorum, tabii ki her baba böyle olmayabiliyor.
Babamın belki mesleği belki de yaşadığı şartlar gereği bu yapıda olduğunu düşünüyorum. Öncelikle belirtmek isterim ki hep söylenir ya “anne baba olduğun zaman beni daha iyi anlarsın” diye, evet bu tam anlamıyla böyle bir şey belki de.
Zamanında babamda hiç anlayamadığım ve aynı zamanda, çok kızdığım davranışları çocuklarım olduğunda, ancak anlayabiliyor hatta hak bile veriyor olmamdan bellidir bu.
Babam, Anadolu da bir köy çocuğu olarak 1940 yılında dünyaya gelmiş. Babama göre doğum yılı bir yıl öncesi de olabilir, malum o yıllarda köy ortamı ve koşullar gereği öyle doğan çocuklar günü gününe yazdırılmıyor. Kasabada bir işi olacak da o iş için kasabaya gidildiğinde de doğmuş olan çocuk kayıt ettirilecek…
Babam ailenin üçüncü çocuğu olarak doğmuş, babamdan sonra iki kardeşi daha olmuş. Ortanca çocuk olmanın lüksünü de yaşamış bence zaman zaman. Evin en büyüğü olsa belki de yaptıklarını yapamayabilirdi diye düşünüyorum.
Aslında 1940 lı yılların Türkiye’si ve savaş yılları sonrası, yaşam şartları oldukça zor. Babamın tabiri ile “biz kavruk büyüdük” derdi, bir de o çok zor yaşam koşulları arasında henüz daha ilk okula bile başlamadan annenizi, arkasından birkaç yıl sonra da babanızı kaybederseniz, düşünün bir ayakta kalıp yaşamınızı devam ettirebilir misiniz?..
İşte babam için tam da böyle olmuş, henüz ilkokulu bitirdiğinde hem öksüz hem de yetim. En büyük abla evli ağabey ise daha henüz evlenecek yaşta olmamasına rağmen, evi çekip çevirecek bir bayan olsun diye evlendiriliyor. Acaba amcama hiç soruldu mu evlenmek isteyip istemediği. O koşullarda, hiç zannetmiyorum…
Babam ise o çocuk aklı ile, belki de bu tabir doğru olmadı çünkü o koşullarda çocuk olunduğunu düşünemiyorum. Hayat seni direk sorumluluk sahibi bir yetişkine dönüştürüveriyor galiba, babamın o yıllardaki yaptıklarına bakınca…
İlkokul sonrası birkaç kafadar arkadaşla birlikte köyden ayrılıyor, öncesinde o şekilde giden büyükleri olmuş köyden. Kimi astsubay, kimi öğretmen, kimi de pilot. Evet o yıllarda babamı da en çok etkileyen pilot olan büyüğü olmuş. Hele bir uçuşunu köyün üzerinden yaparak tam da köyün semalarından geçerken aşağıya bir şeyler bırakması o an babamın kahramanı oluvermiş.
Tabii bin bir zorlukla hedefledikleri yere varmışlar varmasına ama, okullar açılmış kayıt yaptırmaları imkansız, o okulda bir iki yıl önceden bizim köyden gitmiş ağabeyleri var, o bizim kaçakları okulda saklıyor ve kendi öğrenci kumanyasını onlarla paylaşıyor.
Belki de kendisi aç kalıyor fakat köyünden bin bir ümitle çıkmış olan, hemşehrilerine kol kanat geriyor. Birkaç gün gizlice okulda saklanarak yaşasalar da, sonunda yalvar yakar bir şekilde o çocukları öğrenci olarak aldırıyor okula ve babamın da Koçaş Ziraat Okulu öğrenciliği başlamış oluyor. Ortaokul formatında fakat tamamen hayata hazırlayan bir okul, o dönemin Ziraat okulları…
Okul sonrası hayatını kazanmak zorunda ve hemen bir meslek sahibi olmalı, okuldan mezun olan büyükleri genelde Astsubay Hazırlama Okullarına devam etmekteler. Onların da aklından geçen bu fakat bir türlü karar veremiyorlar, hangi birimi seçseler.
Bir gün geçit törenini izlemeye gidiyorlar, gencecik cıvıl cıvıl delikanlılar. Karacılar geçiyor, iyi hoş da o renk elbiseler biraz içlerini karartıyor ve pek de hoşlarına gitmiyor doğrusu, derken denizciler, bembeyaz elbiseleri ile çok hoşlarına gitse de, o bembeyaz elbiseler sürekli kirlenir nasıl başa çıkacaklar, yok bu da olmaz.
Derken havacıların geçişi başlıyor birden, onlar lacivertler içersinde, çakı gibi, pek de asil geliyor doğrusu, bir de pilot olamasa da pilotluğa yakın olacaktı, o an karar veriyorlar “evet işte bulduk, bundan olalım” diyorlar hep birlikte ve Astsubay Hazırlama okulu. Sonrasında Hava İkmal Astsubayı olarak ilk görev yeri Kayseri’de göreve başlıyor.
Artık kendi ayakları üzerinde durmaya başlayan meslek sahibi bir birey olarak, sorumluluklarının da farkındadır. Kendisi köyden ayrılmıştır fakat ağabey ve kardeşleri hala köyde güç şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışırken, babam da kazandığı paranın bir bölümünü her ay ağabeyine yollayarak, onun tarlalar almasına yardımcı olmakta, bununla da kalmayıp kendinin küçüğü olan erkek kardeşini de yanına alıp okutmaya karar veriyor…
Yalnızca amcam da değil, bir dönem dayımın da bizde kaldığını ve ortaokulu bizim yanımızda Ankara’da okuduğunu, hatta arkadaşlarımın dayımı ağabeyim zannettiklerini hatırlıyorum. Yani babam tek kelime ile son derece sorumluluk sahibi ve bütün çevresindeki insanları düşünen ve onlara imkanları dahilin de kol kanat geren bir insan olmuştur, bütün yaşantısı boyunca…
Baba olarak ise babamı hep otoriter ve bize karşı da oldukça sert bir tutum içersinde olduğunu hatırlıyorum. Ama bizim ihtiyaçlarımızı gidermek için de oldukça çok çalıştığını, zaman zaman ilave işlerle uğraştığını hatırlıyorum.
Aslında o sert yapının altında, yumuşacık bir kalp taşıdığını da biliyorum. Hiç unutmam bir anneler günü idi ve biz annemize hediyelerimizi verirken gözleri dolmuş ve “ne kadar şanslısınız ki hediye verebilecek bir anneniz var” demiş ve gözlerinde beliren o yaşları bize hiç çaktırmadan silmeye çalışmıştı.
Babamın anneme verdiği değer de herkesin dikkatini çekmekte idi, geceleri bizler yattıktan sonra onların odalarında uzun süre sohbet ettiklerini hatırlıyorum. Hatta biz evlatlarına kızdığı zamanlarda, annemin üzüldüğünü veya yorulduğunu gördüğü anlarda ise, “sizin dördünüz bir tarafa anneniz bir tarafa” diyerek annemizin hep yanında olduğunu bizlere hissettirirdi, anneme her zaman destek olurdu…
Annem biraz rahatsızlansa, hiç kıyamaz yatağına sütünü yoğurdunu taşırdı. Acaba hayat olacaklara karşı babamı o zamanlardan beri hazırlamakta mı idi diye düşünmeden edemiyorum…
Bundan tamı tamına beş buçuk yıl kadar önce idi, annem talihsiz bir şekilde bir beyin enfaktüsü ve bir gece yoğun bakım sonrası, hastane odasında tekrarlayan bir yenisi ile üç hafta süren yoğun bakım sürecinde, hayata döndü dönmesine…
Fakat hayata dönen bizim o olgun aklı başında annemiz değil de adeta kendi başına hiçbir şey yapamayan üç dört yaşlarında bir çocuktu…
Ailecek yaşadığımız çok zor ve bir o kadar da uzun bir süreç, fizik tedavilerle biraz daha düzelmiş olsa da, annem şu an tam anlamı ile bakıma muhtaç ve biz evlatları her ne kadar ilgilenmeye çalışsak da, bütün yük gene babamın üzerinde diyebilirim…
Düşünmeden edemiyorum, sanki bazı insanlar dünyaya cefa çekmek için gelmişler ve adeta babam da bu insanlardan bir tanesi gibi. Hayattaki bütün zorluklara rağmen mücadele etmeye çalışan ve inancını yitirmemek için tamamen maneviyata sarılan, Yaradan dan daima güç alan bir adam. İşte benim babam…
Böylesine duyarlı ve düzgün yaşamaya çalışan, çocuklarını da en doğru şekilde yetiştirmek için elinden gelen bütün gayreti sarf eden, böyle bir babaya sahip olmak her zaman bana gurur vermiştir. Allah sana sağlıklı ömürler versin ve seni başımızdan eksik etmesin babam, iyi ki varsın ve iyi ki benim babamsın, Emekli Kıdemli Astsubay Hava İkmal Başçavuş Kenan ERCİYAS...
Sevgiyle kalın, Hoşça kalın.